Rûm suresi Mekke döneminde inmiş olup 60 ayettir. İkinci ayette, İranlılarla yapılan savaşta yenilmiş olan Rumların (Bizanslıların), tekrar galip gelecekleri anlatıldığından sureye “Rûm” adı verilmiştir.
Ehli Kitap olan Romalıların (Bizans’ın), putperest olan İranlılara (Pers İmparatorluğuna) Allah’ın yardımıyla galip geleceğinin müjdelendiği sûrede Allah’ın birliğine ve âhirete inanmanın önemi vurgulanır. Gökler ve yerin insan için, insanın da Allah’a kul olmak için yaratıldığı ve ahiretin varlığının zaruri olduğu üzerinde durulur. Tabiatın yaratılışı ve işleyişinden çeşitli örnekler verilerek tevhid inancı pekiştiriliyor. İnsan hayatı için elverişli olan güneş sisteminin düzeninin Allah’ın emrinde olduğu ve zamanı gelince bu düzeni bozup ikinci hayatı başlatacak olanın da Allah olduğu bildiriliyor. Hz. Peygambere hitap edilerek ondan müşriklere iltifat etmemesi ve Allah’ın insan türünün fıtratına yerleştirdiği dosdoğru dinin gereklerini yerine getirmesi isteniyor. İnsanın dünyaya gelişinden itibaren geçirdiği merhalelere işaret edilerek kıyametin geleceğinden bahsedilir. Kıyamet gününde günahkârların ve özellikle zalimlerin kabul edilecek hiçbir mazeretlerinin olmayacağı, hiçbir temennilerinin karşılık bulmayacağı bildiriliyor. Hz. Peygambere hitap dilerek hakkın galip geleceği konusundaki ilâhî vaadin bir gün mutlaka gerçekleşeceği, onun için sabretmesi ve düşmanların baskılarından etkilenmemesi gerektiği belirtiliyor.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
1. Elif, Lâm, Mîm. Bkz. 2/1 dipnotu.
2. Rumlar (Doğu Romalılar/Bizanslılar, İranlılara/Pers İmparatorluğuna) yenildiler.
3. Ama onlar yeryüzünün en yakın/en alçak bir yerinde bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler.
Şam ve Kudüs’ün İranlılara geçmesiyle sonuçlanan savaşın cereyan ettiği Lût Gölü bölgesi Araplara yakın bir yer olduğu gibi, karaların en alçak noktasını teşkil etmekte ve deniz seviyesinin 395 metre aşağısındadır.
4. (Ve bu galibiyet) birkaç yıl içinde (gerçekleşecektir). Karar yetkisi, bundan önce (olduğu gibi, bundan) sonra da Allah’a aittir. (Şimdi müşrikler sevindiği gibi) o gün de mü’minler sevineceklerdir.
5. (Her şey) Allah’ın yardımıyla(dır)… (Allah, iyi niyet ve eylemlerinden dolayı) dilediğine yardım eder. Çünkü O, mutlak güç sahibidir, (haksızlığa uğrayanlara karşı) çok merhametlidir.
Hicretten yaklaşık yedi yıl önce 615 veya 616 yılında ehli kitap olan Romalılar (Bizanslılar) ile Mecusi olan İranlılar (Pers İmparatorluğu) arasında kanlı bir savaş yaşanmış ve bu savaşta Romalılar yenilgiye uğramıştı. Mekke müşrikleri kendileri gibi putperest ve Mecusi olan İranlıların galip gelmesine sevinmişti. Romalılar ehli kitap olduğu için onların yenilmesine de mü’minler üzülmüştü. Müşrikler: “Eğer Allah, sizin inandığınız gibi güçlü olsaydı kendisine inananlara yardım eder ve onlar galip gelirdi” gibi sözler söyleyerek mü’minlerle alay ediyorlardı. Bunun üzerine Kur’an bir mucize olarak, birkaç yıl içinde bu iki devlet arasında tekrar savaş olacağını ve bu defa Romalıların galip geleceğini haber verdi. Nitekim Kur’an’ın haber verdiği gibi 622 yılında başlayan yeni savaş Bizanslılar lehine gelişti. 624 yılında Romalılar İran’a girerek Pers ordusunu bozguna uğrattı. Aynı dönemde mü’minler de Bedir’de önemli bir zafer elde etti.
6. (Bu zafer) Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden asla dönmez. Ama insanların çoğu (bunu) bilmezler.
Doğa Romalılar yani Bizans İmparatorluğu, İranlılara karşı çok ciddi bir yenilgi almışlardı. Bizans İmparatorluğunun parçalanacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Fakat bu ayetler geldikten yaklaşık 7-8 sene sonra Bizans ordusu yeniden toparlanarak Pers İmparatorluğuna karşı beklenmedik bir saldırı gerçekleştirdi. Bir yıl süren mücadelede Bizans İmparatorluğu galip gelerek İranlılardan kaybettikleri bütün toprakları geri aldılar. Böylece Allah’ın vaadi gerçekleşmiş oldu. Bu hadise de Kur’an’ın farklı bir mucizesidir.
7. Onlar dünya hayatının yalnız görünen yüzünü tanırlar, ebedi ve nihai olandan ise tamamen habersizdirler.
8. Allah’ın, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi hak ve hikmete uygun olarak, belirli bir süre için yarattığını onlar kendi kendilerine hiç düşünmezler mi? (Bırakın bunu düşünmeyi) İnsanların çoğu Rablerine kavuşacaklarını bile inkâr ederler.
“Göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin hak ve hikmete uygun olarak yaratılması” demek, varlık âlemi mükemmel bir plan ve programa göre yaratılmış, kanunları konmuş ve her varlık tam bir uyum içinde yerini almış, sahip olduğu rol ve sorumlulukla amacına yönelmiş demektir. “Biz göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boşuna yaratmadık.” (Sâd 38/27) “Biz göğü, yeri ve bu ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.” (Enbiya 21/16) Varlık âleminde hiçbir şeyin boşuna yaratılmadığı ve her şeyin kendine has özel bir gayesi bulunduğu yapılan bilimsel araştırmalarla da tespit edilmiştir. O halde insan, makro âlemden mikro âleme kadar var olan her şeyi bütün derinliği ile düşünmeli, ibret almalı ve kendine tevdi edilen kulluk vazifesini olması gerektiği gibi icra etmelidir.
9. Yeryüzünde dolaşıp bir bakmıyorlar mı ki, nasıl oldu kendilerinden öncekilerin sonu? Onlar ki daha kudretliydiler, yeryüzünde daha derin izler bırakmışlardı ve dünyayı daha iyi imar etmişlerdi. Onlara da resulleri apaçık deliller getirmişti. Allah onlara zulmetmiyordu, fakat onlar (yaptıkları yüzünden) kendilerine zulmediyordu. Bkz. 28/8, 40/21, 40/82
10. Sonra, Allah’ın âyetlerini yalanlayarak ve onlarla alay ederek kötülük yapanların sonu çok kötü oldu.
11. Allah, varlıkları ilkin yarattığı gibi, sonra bu (yaratışı) tekrarlayacak (dirilişi gerçekleştirecek). En sonunda hepiniz O’na döndürüleceksiniz.
Allah, varlık âlemini yoktan var ederek ilk yaratmayı gerçekleştirmiştir. Sonra da bu yaratılış olgusunu bütün canlılar için sürekli hale getirerek hayatı devam ettirmiştir. Kıyamet koptuktan sonra âhiret alemi için yeniden dirilişi gerçekleştirerek hayatı devam ettirecektir. Bu konuda ayrıca Ankebût suresi 29/19 açıklamasına bakabilirsiniz.
12. Kıyamet koptuğu zaman, suçlular ümitlerini bütünüyle yitirecekler.
13. Onlar, Allah’a ortak koştukları varlıkların hiçbirinden bir destek göremeyecekler; oysa ki onlar ortak koştukları varlıklar yüzünden kâfir olmuşlardı.
Demek Allah’tan başka varlıklara tanrısal özellikler yükleyerek hangi adla ve düşünce ile olursa olsun onlardan medet ummak hem küfürdür hem de şirktir.
14. Ve hesap günü geldiği gün, (ilâhi adâlet tam olarak tecelli edecek ve iyilerle kötüler birbirlerinden ayrılarak) gruplar halinde toplanacaktır.
15. İnandıktan sonra sâlih amel işleyenler cennet bahçelerinde, sevinç ve neşe içinde keyif süreceklerdir.
16. Ayetlerimizi inkâr eden ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince, işte onlar azabın içine atılacaklardır.
17. Öyleyse akşam vaktine girdiğinizde (akşam ve yatsıda) ve sabah vaktine vardığınızda (sabahta) Allah’ın sınırsız şanını yüceltin (namaz ikame edin).
18. Göklerde ve yerde her türlü övgü ve yücelik, sadece O’nun hakkıdır ve yalnızca O’na yaraşır. İkindi vaktinde de öğleye girdiğiniz vakitte de (öğle ile ikindi namazını icra ederek Allah’ı tesbih edin). Bkz. 2/238, 11/114, 17/78
Ayetin ilk cümlesindeki “övgü ve yüceliğin” sadece Allah’a has kılınmasının hatırlatılması, O’nun dışındaki varlıklara tanrısal niteliklerin yüklenmemesi konusunda uyarı niteliğindedir.
Her iki ayette de zikredilen hamd ve tesbih ifadeleri, genel mahiyetteki öğüdün dışında, günün belli bölümlerinde lütfedilen beş vakit namaza işaret etmektedir. 17. ayette geçen “akşam vaktine girdiğinizde” akşamla yatsı namazını “sabah vaktine vardığınızda” ise sabah namazını işaret etmektedir. 18. ayette geçen “ikindi vaktinde” ikindi namazını, “öğleye girdiğiniz vakitte” ise öğle namazını anlatmaktadır.
19. O, ölüden diriyi meydana getirir, diriden de ölüyü meydana getirir. Toprağı öldükten sonra yeniden canlandıran O’dur. İşte sizler de (ölümden hayata) böyle çıkarılacaksınız. Bkz. 7/57, 22/5-7
Ayette, yeryüzündeki sürekli yenilenme olayına işaret edilerek yeniden yaratılışın nasıl gerçekleşeceği somut örnekle ve gerçek hayatla tasvir ediliyor. Bu konuda en küçük bir tereddüdü olan insanın sadece dört mevsimi gözlemesi, özellikle güz döneminde ağaçların yapraklarını dökerek çırılçıplak oluşunu, baharda yeniden yeşile bürünerek hayata dönmelerini yaz boyu hayatı dolu dolu yaşamalarını, kışın dünyanın pek çok yerinde karın yağmasıyla beyaza bürünmelerini izlemesi yeterlidir.
20. Sizi topraktan yaratması, O’nun mucizevi işaretlerinden biridir. (Yaratıldıktan) sonra, birer insan olarak yeryüzüne yayılırsınız (beşeriyet olursunuz).
21. Kendileri ile huzur bulasınız diye size kendi (cinsi)nizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.
“Size kendi cinsinizden eşler yarattı” ifadesi, kadının, söylendiği gibi erkeğin sol kaburga kemiğinden değil, erkeğin kendi cinsinden yani insan cinsinden ve yaratıldığı maddeden yaratıldığını göstermektedir. Nisa 4/1, Fatır 35/11 ve Zümer 39/6. âyetlerinde erkek türü neden yaratıldıysa, kadın türünün de ondan yaratıldığı açıkça anlatılmaktadır. Kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratılması inancı, tahrif edilen Kitab-i Mukaddes’in Tekvin bölümünden bize intikal etmiş, biz de bunu hiç sorgulamadan ve Kur’an ayetlerine bakmadan hemen sahiplenmişiz.
22. Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O’nun delillerindendir. Bilgi sahibi olanlar için bunda da ibretler vardır.
23. Hem gece hem de gündüz uyuyabilmeniz ve O’nun lütuf ve nimetlerini araştırıp bul(abileceğiniz imkân ve yeteneklere sahip ol)manız da O’nun sonsuz ilim, kudret ve merhametinin delillerindendir. Bunda kuşkusuz, dinley(ip anlamak istey)enler için mesajlar vardır!
24. Korku ve ümit kaynağı olarak şimşeği size göstermesi, gökten yağmur indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesi, O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda aklını işleten bir toplum için elbette ibretler vardır.
25. Göklerin ve yerin O’nun buyruğu altında sapasağlam durması da O’nun delillerindendir. Sonunda O sizi bir tek seslenişle yerden kalkmaya çağırdığında, hepiniz (yargılanmak ve hayatınıza kaldığınız yerden devam etmek üzere) ortaya çıkacaksınız. Bkz. 22/65, 30/25, 35/41
26. (Ama bilin ki) göklerde ve yerde olan her şey O’na aittir ve hepsi O’nun iradesine tabidir.
Dünyada iken sizin olduğunu düşündüğünüz ve kalıcı zannettiğiniz, sürekli artırmak ve genişletmek için mücadele verdiğiniz dünyalık mallarınız, servetiniz, çoluk çocuğunuz artık sizin için bir şey ifade etmeyecek. Çünkü her şey, dünyada olduğu gibi şimdi de Allah’a aittir.
27. (Mahlûkatı) yoktan var eden, (öldükten) sonra onu yeniden vücuda getirecek olan O’dur. Bu O’nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce örnekler O’na aittir. O, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Evet insanoğlu da dünyanın imarı ve toplumun refahı için Allah’ın verdiği yetenekle ve yine Allah’ın yoktan var ettiği imkânlarla bazı faydalı çalışmalar yaparak güzel örnekler ortaya koymuştur ama bunların hiçbiri Allah’ın yarattıklarına denk olamaz. “… Yaratanların en iyisi, en ustası olarak Allah ne yücedir! (Mü’minun 23/14)
28. (Allah, mülkünde ortaksız olduğunu anlatmak için) size kendinizden şöyle bir örnek getirdi: Elinizin altındaki köle ve hizmetçilerinizden, size verdiğimiz (kullanma ve harcama) konusunda sizinle eşit derecede (yönetim hakkına sahip) olan ve birbirinizi sayar gibi sayacağınız (ve sözünü dinleyeceğiniz) kimseler var mı? İşte biz aklını işleten bir toplum için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.
29. Fakat (inkâr ederek nefsine) zulmedenler hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi heveslerine uymuşlardır. (İnatları yüzünden) Allah’ın sapıklıkta bıraktığı kimseyi kim doğru yola iletebilir ki? Onların (Allah’ın azabından koruyacak) yardımcıları da olmayacaktır!
30. Sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yönünü, istikametini tevhid dinine çevir. Allah’ın insan bünyesinde nakşettiği fıtrata uygun davran ki Allah’ın yarattığında bir bozulma meydana gelmiş olmasın! İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Ayette geçen “Hanif” terimi, “doğru hedefe yöneldi” anlamındaki “hanefe” fiilinden türetilmiş olup, İslam öncesinde tevhidi bir muhtevaya sahipti ve günahtan, dünyevi zevklerden ve bütün şüpheli inançlardan, özellikle de puta tapıcılıktan uzak duran bir insanı tanımlamak için kullanılırdı.
“İstikametin tevhid dinine çevrilmesi”; fıtrata uygun yasalar doğrultusunda hayatın tanzim edilmesi demektir. Çünkü İslâm, insan fıtratındaki değerleri korur, onların canlı kalmasını sağlar. Bozulmaya ve yozlaşmaya yüz tutan değerleri açığa çıkartarak yeniden üretilmesine ve hayatla bütünleştirilmesine katkıda bulunur.
“Fıtrata uygun davranılması”; insanın yaratılıştaki safiyetini koruması ve onun şer etkenler tarafından bozulmasına izin vermemesi ve doğuştan edindiği sezgisel yeteneği kullanarak özünde sahip olduğu değerler doğrultusunda ömrünü sürdürmesi demektir.
Bilgisayar programlarına sirayet eden virüsü temizlemek için nasıl format atmak gerekiyorsa, “fıtrat bozulması” yaşayan toplumlara da Allah peygamberler göndererek takviye kitapla/şeriatla format atmıştır. Onun için en sık peygamber gelen toplumlar -tarihteki İsrailoğulları örneğinde olduğu gibi- en çok fıtrat bozulması yaşayan toplumlar olmuştur. Bu açıdan bakıldığında, dindar toplumlara nazaran daha az fıtrat bozulması yaşayan ve fakat evrensel ahlâkî değerlere saygılı deist toplumlar, yanlış dini telkinler yüzünden ahlakını kaybetmiş sözde dindar toplumlardan çok daha iyi durumdadır. İnsanın önünde iki seçenek vardır: Ya yaratılış safiyetini koruyarak Allah’ın dinini bozmadan yaşayacak ya da yaşadıklarını din olarak görecek. Dini yaşıyorsa ne âlâ, ama yaşadıklarını din olarak görüyorsa, işte o zaman inandığı dinin isminin bir anlamı kalmaz.
31. (O halde batıl olan her şeyden yüz çevirerek yalnızca) O’na yönelin! O’na karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Namazınızı ikame edin! O’ndan başkasına ilahlık yakıştıranlardan olmayın!
32. (Bir de birileri eliyle) inançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu (ilkelerle) övündüğü kimselerden de olmayın!
33-34. İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra Rableri, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, içlerinden bir grup kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük ederek, başka güçleri Rablerinin ilahlığına ortak ederler. Haydi! Bir süre eğlenin bakalım, yakında (Allah’a ortak koşmanın ne olduğunu) göreceksiniz.
35. Yoksa Biz onlara, bizden başkasına kulluk yapmalarını söyleyen bir vahiy mi gönderdik?
36. İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinirler. Fakat kendi işledikleri (günahlar) yüzünden başlarına bir kötülük gelince de (Allah’ı unutup) ümitsizliğe düşerler. Bkz. 11/9-10, 70/20-21
“Kendi işledikleri (günahlar) yüzünden başlarına kötülüğün gelmesi” ifadesi Sünnetüllah’ın kusursuz ve adil bir şekilde işlediğini, canlılar arasında hassas bir düzenin bulunduğunu ve bu düzenin ilahi kanunlarla korunduğunu ve bu sayede yapılan kötülüklerin sahiplerine kötülük olarak döndüğünü ve güzelliklerin de faillerine güzellik olarak geri döndüğünü göstermektedir.
37. Onlar, (hikmetine binaen) Allah’ın rızkı dilediğine bol ihsan ettiğini, dilediğine ölçülü ve idareli verdiğini görmezler mi? Bunda, kuşkusuz inanacak bir toplum için dersler vardır!
38. Öyle ise akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.
39. İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekât böyle değildir. Zekât veren kimseler, (dünyada mallarının bereketini, ahirette ise sevaplarını) kat kat artıranlardır.
40. Sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da diriltecek olan Allah’tır. (O’na) ortak koştuklarınız içinde, bunlardan herhangi birini yapabilen var mıdır? O, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.
41. İnsanların bizzat kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulmalar olmuştur. (Kötü yoldan) dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.
Ayet, insanın yerküredeki tabii dengeyi bozacak bazı yanlışlar yaptığını ortaya koymaktadır. Yaşadığımız gezegende herşey bir denge üzerine kuruludur. Sürdürülebilir yaşam da sürdürülebilir bir ekolojik denge ile mümkündür. Dünyamızdaki teknolojik gelişmeler, para hırsı, rekabet ve lüks yaşama tutkusu, bencillik duygusu insanları fütursuz ve dengesiz bir yaşamaya ve çalışmaya itmektedir. Bunun bir neticesi olarak toprağın doğal yapısında bitkileri ve onlardan istifade eden canlıları tehdit edecek ciddi bozulmalar, nehirlerde ve denizlerde hayatı olumsuz yönde etkileyecek çok ciddi kirlenmeler görülmektedir. Çevrenin kirlenmesi, ekosistemin dengesini bozarak küresel ısınmaya yol açıyor. Topraklar, yanlış tarımsal uygulamalar, endüstriyel atıkların kullanımı gibi nedenlerden ötürü her geçen gün daha fazla kirlenirken, bu kirlilik hem toprak yapısının zarar görmesine hem de iklim değişikliğine neden oluyor. Bu da canlı türleri için tehlike arzediyor. Hava ve gürültü kirliliği, doğanın tahrip edilmesi ve çarpık kentleşme gibi insanlığın çevreye verdiği diğer zararların artması da canlı türlerinin nesli açısından ciddi riskler oluşturuyor. Bütün bu olup bitenlere hem öncülük eden ve hem de seyirci kalan insan, bugün dünyada genetik bozulmalara kadar giden çok daha büyük yıkımlara imza atıyor ve kendi sonunu da getirecek olan bu felaketi maalesef bir marifetmiş gibi görüyor.
42. De ki: “Yeryüzünde dolaşın da (yaptıkları yüzünden) önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bakın!” Onların çoğu Allah’a ortak koşan kimselerdi.
43. Öyleyse Allah tarafından, o geri dönüşü mümkün olmayan gün gelmeden önce, sen yüzünü (özünü) dosdoğru dine (İslam’a) yönelt! O gün insanlar gruplara ayrılacaklardır.
“O gün insanlar gruplara ayrılacaktır” yani, insanlar dünyada yaşadıklarına göre ya kötülere katılarak inkârcılar grubunda cehennem tarafına geçecek ya da erdemlilere katılarak mü’minler grubunda cennet tarafına geçecek. “Hesap günü geldiği zaman, (ilâhî adâlet tam olarak tecelli edecek ve iyilerle kötüler birbirlerinden ayrılarak) gruplar hâlinde toplanacaktır.” (Rûm 30/14)
44. (İşte o zaman) kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kim de faydalı bir eylemde bulunursa kendileri için (cennetteki yerlerini) hazırlamış olurlar.
45. Çünkü (Allah), inanıp doğru işler yapanları kendi lütfuyla ödüllendirecektir. Şüphesiz O, inkârcıları sevmez.
46. Rüzgârları (yağmurun) müjdecileri olarak göndermesi de Onun ayetlerindendir. Böylece Allah size rahmetinden tattırır; gemiler Onun koyduğu yasalara uygun şekilde akıp gider ve siz de Onun lütfundan rızkınızı ararsınız. Ve umulur ki, bütün bunlara şükredersiniz.
47. Ve Andolsun ki, senden önce biz nice resulleri kendi kavimlerine gönderdik ve onlara apaçık mucizeler getirdiler. (Buna rağmen hakka karşı direnmeye devam ederek) suç işleyenlerden biz de intikam aldık.(Yaptıklarına karşılık) inananları desteklemek, bize düşen bir sorumluluktur.
48. Rüzgârları gönderip, bulutları yürüten, onları gökte dilediği gibi yayan ve yığan Allah’tır. Sen (sadece) aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Sonra onu kullarından dilediğine ulaştırınca hemen sevinirler.
Burada, Allah tarafından verilen hizmetin hikmetleri anlatılarak insanların Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşamaları gerektiğine dikkat çekilmek isteniyor. Bütün bu hizmetler insanlar tarafından yapılmak zorunda olsaydı acaba bir bulutun oluşturulması, bir yerden bir başka yere nakli ve içindeki suyun doldurulması ve boşaltılması neye mal olurdu? Yapay yağmur için yağmur bombası ile mevcut buluttan yağış elde etmek bile büyük maliyetlere mal olurken Allah’ın lütfu ile aynı anda binlerce bölgede günlerce yağmur yağabilmektedir. Kar yağdırmak ve yağan karı günlerce yerde muhafaza edebilmek ne dersiniz kolay olur muydu? Karın hiç yağmadığı bazı sıcak ülkelerde milyarlar harcanarak suni kar yağdırıyorlar ve çok büyük bir marifetmiş gibi bununla da iftihar ediyorlar. Oysa Allah sadece bir “ol” emriyle dünyanın pek çok yerini aynı anda karla kaplayabiliyor. İnsan sormadan edemiyor: “Havanın yağmurlu ya da güneşli olup olmadığını bile tam olarak tahmin etmekte zorlanan insanı, Allah’ın sınırsız rahmeti karşısında binlerce defa secdeye götürmekten alıkoyan nedir?”
49. Oysa onlar daha önce kendilerine yağmur yağdırılmadan evvel kesin bir ümitsizliğe kapılmışlardı.
50. (Ey insanoğlu!) Allah’ın rahmetinin işaretlerine bir bak! Nasıl yeri ölümden sonra diriltiyor? Şüphe yok ki, O, ölüleri (de öyle) diriltecek. O, her şeye gücü yetendir.
51. Şayet (topraklarını kavuran) bir rüzgâr göndersek ve (böylece) ekinlerinin sararmaya başladığını görseler, hemen (kudretimizi ve rahmetimizi) inkâr etmeye kalkışırlar!
52. Şüphesiz, sen (manen) ölülere söz dinletemezsin; arkasını dönüp giden sağırlara da çağrını duyuramazsın. Bkz. 10/42, 27/80-81, 63/4; 67/10
53. Ve sen, (kalp gözleri kapalı) körleri de sapıklıklarından çıkarıp yola getiremezsin. Sen ancak ayetlerimize (içtenlikle) iman edenlere dinletebilirsin. İşte Müslüman olanlar onlardır.
54. Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç takdir eden, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O, dilediğini yaratır. O her şeyi bilendir ve sınırsız güç sahibidir!
İnsanın aciz bir varlık olarak dünyaya gelişine ve gelişerek büyüme safhalarına dikkat çekiliyor. İnsan, bebekliğinden ergenlik çağına, ergenliğinden olgunluk dönemine, olgunluğundan yorgunluk zamanına hele çocukluğundan daha beter olan aşırı ihtiyarlık dönemine şöyle bir göz attığı zaman, biyolojik anlamda çok aciz bir varlık olduğunu görecektir. İşte bu acziyetini ortadan kaldırarak izzete dönüştürecek ve en önemlisi onu varlık âleminin halifesi, saadet âleminin varisi yapacak olan tek şey, Allah’a iman ve o iman temeli üzerinde inşa edilen doğru ve faydalı hayat yaşamaktır.
55. Kıyamet koptuğu gün, suçlular dünyada bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar (dünyada da) aldatılıp haktan böyle döndürülüyorlardı. Bkz. 20/103, 23/113, 79/46
56. Kendilerine ilim ve iman nasip olanlar ise onlara şöyle diyecekler: “Allah, Kitabı’nda ne kadar kalmanızı takdir buyurmuşsa, dirilme gününe değin o kadar kaldınız. İşte bugün de dirilme günüdür, fakat siz bu hususta hiçbir zaman (istemediğiniz için) gerçek bilgi sahibi olamadınız.”
57. Zulmedenlere o gün mazeretleri bir fayda vermez, dertlerinin çaresine de bakılmaz.
58. Gerçekten biz, bu Kur’an’da insanlara her türlü misali verdik. Andolsun ki, eğer onlara (bu türden misal içeren) bir âyet getirsen, o inkâr edenler yine: “Siz düzmece iddialarda bulunmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz!” derler.
Burada “ayet” sözcüğünü mucize olarak değil de doğrudan Kur’an ayetlerinden misal içeren bir “ayet” olarak almak daha doğru olur. Çünkü bir sonraki cümlede “düzmece iddialardan” bahsedilmektedir. Oysa mucize düzmece bir iddia değil, inkârı kabil olmayan doğrudan Allah’ın fiilidir. “Andolsun ki, biz, bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.” (Kehf 18/54)
59. Allah, (Hakk’ın kıymetini) bilmeyenlerin (ve bilmek istemeyenlerin) kalplerini (inatları yüzünden) işte böyle mühürler.
60. O halde (Ey Resul! Sıkıntılara ve inkârcıların direnmelerine karşı) sen sabret! Allah’ın (kıyamet günü ile ilgili) vaadi kesinlikle doğrudur. İmanı kemale ermemiş olanlar sakın seni gevşekliğe (ve tedirginliğe) sürüklemesin!