Taha suresi Mekke döneminde inmiş olup 135 ayettir. Sure ismini Birinci ayetteki “Ta-ha” harflerinden almıştır.
Sûrede Hz. Mûsâ’ya peygamberliğin verildiği, Hz. Mûsâ’nın Firavun’la mücadelesi, ona hak dini tebliğ etmesi ve işkenceye mâruz kalan İsrailoğullarını serbest bırakması için Firavun’dan talepte bulunması, Hz. Musa’nın kardeşi Harun’un kendisine yardımcı olarak verilmesini talep etmesi ve talebinin yerine getirilmesi anlatılır. Hz. Musa’nın asasıyla mucize gösterdiği, büyük bir kalabalığın önünde asâsının bir yılana dönüşüp sihirbazların halka yılan şeklinde gösterdikleri ipleri ve sopaları yuttuğu ve bunun üzerine sihirbazların secdeye kapanarak, iman etmeleri ifade edilir. Bunun üzerine Firavun’un ağır baskı ve tehditlerine rağmen sihirbazların imanlarından dönmedikleri, çeşitli baskılardan sonra Mısır’ı terk etmek zorunda kalan İsrailoğullarının bir mucize olarak Kızıldeniz’den karşıya geçtikleri fakat onları takip eden Firavun’un onların geçtiği denizde askerleriyle birlikte boğulduğu anlatılır.
Geçmiş ümmetlere ait haberlerin ibret alınması için nakledildiği sûrede kıyametin kopmasından itibaren âhiret gününün bazı safhalarına etkileyici bir üslûpla temas edilir. Vahiy devam ederken Kur’an âyetlerini acele ile telaffuza çalışmaması hususunda Hz. Peygamber uyarılır. Hz. Âdem’i etkilemesiyle Âdem ile Havva’nın yasak meyveden yemeleri ve bu sebeple cennetten çıkarıldıkları anlatılır. Sûrede ayrıca Allah’a bağlanmaktan yüz çevirenlerin âhirette oradaki nimetleri göremeyecek kadar kör olarak yaratılacağı beyan edilir. Hz. Peygamber’den sabırlı olması istenir; bazı kalbi kararmış kimselere verilen dünya nimetlerine özenmemesi tavsiye edilir, zorluklara katlanabilmesi için gece ve gündüz etrafındakilerle birlikte namaza, hamd ve tesbihe devam etmesi emredilir.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
1. Tâ, Hâ. Bkz. 2/1 dipnotu.
2-3. Biz sana bu Kur’an’ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik. Yalnızca, (Allah’a karşı gelmekten) sakınanlara bir öğüt, bir uyarı olsun diye (indirdik).
Hz. Muhammed peygamberlikle görevlendirildikten sonra gece gündüz koşuşturuyor, çırpınıyor insanların hidayeti için deyim yerindeyse adeta kendisini helâk ediyordu. Onun bu durumunu gören Mekkeli müşrikler; “Allah Muhammed’i sıkıntıya sokmak için peygamber yaptı” diyordu. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Yoksa Hz. Peygamber’e indirilen Kur’an’ın evrensel mesajlarıyla insana önerilen ahlakî disiplin onun yaşama duygusunu daraltmak maksadına değil, insanın doğru ve eğrinin ne olduğu konusundaki şuurunu artırmak gayesine dayanmaktadır.
4. (Bu Kur’an), yeri ve yüksek gökleri yaratan (Allah) tarafından peyderpey indirilmiştir.
5. Rahman (olan Allah), Arş’a istiva etti: yarattığı her şeyin kanununu koymuş ve onlar üzerinde egemenlik tahtına kurulmuştur. Bkz. 7/54 ve dipnotu, 13/2, 32/4
“İstivâ etmek”: “mutedil, düzgün ve eşit olmak; karar kılmak, oturup yerleşmek; yönelmek, yukarı çıkmak; hâkim olmak, tahta oturmak” gibi manalara gelir. Yarattığı evrenin her türlü idaresini hükmü altına alarak bütün işleri yürütmek ve yönetmek üzere hükmünü ve saltanatını icra ediyor anlamında kullanılmıştır.
6. Göklerde, yerde, bu ikisi arasında ve toprağın altında olanların tümü O’nundur.
7. Sen sözü açığa vursan da gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da. Bkz. 14/38, 25/6
8. Allah O’dur ki, O’ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler/sıfatlar O’nundur.
9-10. (Ey Resul!) Musa’nın haberi (kıssası) sana ulaştı mı? Hani o (Sina’da) bir ateş görmüştü de ailesine: “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm. Ya oradan size bir kor getiririm ya da ateşin yakınlarında bize yol gösterecek birini bulurum” demişti. Bkz. 27/7, 28/29
11-12. Musa ateşin yanına varınca, ona (şöyle) seslenildi: “Ey Musa! Benim, ben! Senin Rabbin. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ’dasın.” Bkz. 14/38, 25/6, 27/7-13
“Mukaddes Tuva’dasın” ifadesi Hz. Musa’nın bulunduğu yerin hatırasından dolayı söylenmiş bir ifadedir. Zira hem Hz. İbrahim hem de Hz. Musa aynı bölgede vahiy almışlardır. “Hani Rabbi ona kutsal Tuva vadisinde şöyle seslenmişti” (Nâziât 79/16) vadidir.
13. “Ben seni (resul olarak) seçtim. Şimdi (sana) vahyolunacak şeyleri dinle!” Bkz. 7/144
14. “Şüphesiz ki ben Allah’ım. Ben’den başka ilah yoktur. O halde sadece bana kulluk/ibadet et ve vahyin (öğüdümün) duyurulması/anlaşılması için salatı ikame et/gerekli desteği ver!”
Ayetin içeriğinden ve bir önceki ayetle sibakından anlaşılıyor ki; buradaki “salat” sözcüğü Kur’an’da daha pek çok yerde olduğu gibi destek anlamında kullanılmıştır. Yani “sana vahyolunan öğütleri anla ve insanlara ulaştırmak için olması gereken desteği ver.” anlamındadır.
15. “Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye kıyamet mutlaka gelecektir. Neredeyse onu gizleyecek ve geleceğinden hiç söz etmeyecektim (ki herkes her an ahirete hazır olsun).”
16. “Onun geleceğine inanmayıp sadece kendi arzularının, tutkularının peşine düşen kimse seni bu gerçeğe inanmaktan alıkoymasın! Yoksa kendine yazık etmiş olursun!”
17. “Şu sağ elindeki nedir ey Musa?”
18. (Musa) dedi ki: “O benim değneğimdir. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim. Onunla başka işlerimi de görürüm.”
19. Allah, “Onu yere at ey Musa!” dedi.
20. Musa da onu attı. O bir anda koşan bir yılan oluverdi.
21. Allah, şöyle buyurdu: “Tut onu! Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz.”
22. “Elini koynuna sok, bir başka mucize olarak lekesiz, bembeyaz çıksın.” Bkz. 28/32
23. “Böylece sana en büyük mucizelerimizden birini göstermek istiyoruz.”
24. “Firavuna git, çünkü o azmıştır.”
25. Musa, dedi ki: “Ey Rabbim! Gönlüme ferahlık ver.
26. İşimi bana kolaylaştır.
27. Dilimin bağını (düğümünü) çöz (dilimdeki anlatım zorluğunu gider)!.
28. (Böylelikle) sözümü iyi anlasınlar.”
29-30. Bana ailemden kardeşim Harun’u yardımcı yap.
31. Beni onunla destekle/güçlendir.
Firavun’un karşısında güçlü durabilmek için hitabet, psikoloji ve manevi destek gerekiyor.
32. Onu görevimde bana ortak et.
33. Böylece Senin yüceler yücesi adını (insanların katında) daha yükseklere çıkarmak için çalışalım.
34. Ve Seni(n dinini) çokça anlatalım
35. Şüphe yok ki, sen bizi hakkıyla görmektesin (ne yaptığımızı bilensin).”
36. Allah, şöyle buyurdu: “İstediğin sana verildi ey Musa!
37. Andolsun ki, biz sana bir kere daha (şöyle) iyilikte bulunmuştuk:
38. “Hani bir vakit (sen doğduğunda) annene ilham edilmesi gereken şeyleri ilham etmiştik.
39. (Annene ilham etmiştik ki:) Onu (henüz bebek olan Musa’yı) sandığın içine koy ve nehre (Nil’e) bırak ki, nehir onu kıyıya atsın da kendisini hem bana düşman hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın. Seni de ey Musa, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye sempatik kılmıştım.” Bkz. 28/7
Musa doğduğu sırada Mısır’da İsrailoğulları köle olarak en ağır işlerde çalıştırılıyordu. Firavun gördüğü bir rüya üzerine İsrailoğullarından doğan bir erkek çocuğun peygamber olacağını ve kendi saltanatını sarsacağını gördü ve bunu önlemek için İsrailoğullarının doğan bütün erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Hz. Mûsâ’nın annesi, oğlunun da diğer yeni doğan İsrail çocukları gibi öldürüleceği korkusuyla, onu Nil nehrine bıraktı. Akıntı çocuğu Firavun’un sarayının yakınına götürdü. Eşi Asiye, kocası ile sarayının bahçesinde gezinirken fark edip ırmaktan sandığı çıkarttı ve çocuğu evlat edindi.
40. “Hani kız kardeşin (Firavun ailesine) gidip de onlara: “Ona bakabilecek birini size göstereyim mi?’ demişti. Böylece seni yeniden annene kavuşturmuştuk ki onun yüzü gülsün ve (artık o) üzülmesin. Ve (büyüyüp belli bir yaşa vardığın zaman) birini (kazaen) öldürmüştün. Fakat biz seni (bu yüzden içine gömüldüğün) tasadan kurtarmış ve seni çeşitli imtihanlardan geçirmiştik. (Bu olaydan) sonra yıllarca Medyen halkı arasında yaşadın ve sonunda, (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tur’a) geldin ey Musa. Bkz. 28/15-16
Asiye çocuğu evlat edinmesine edinir ama daha sonra çocuğun İbrani (İsrailoğullarından) olduğu anlaşılır. Firavun bir İbranî olduğu gerekçesiyle çocuğu istemez, ancak daha sonra bu durumu kabullenir. Derken çocuğa süt annesi ararlar, bunun üzerine Musa’nın ablası onu emzirecek bir İbranî aile bildiğini söyler ve onu gerçek annesine geri götürür. Böylece Musa Firavun’un sarayında büyür. Olgunluk yaşına henüz gelmişken bir kavgaya karışarak kazaen birinin ölümüne sebep olur ve böylece Mısır’dan Medyen’e kaçmak zorunda kalır. Orada Hz. Şuayb’ in kızıyla evlenir ve daha sonra Mısır’a peygamber olarak geri döner.
41. Ben seni kendim için seçip yetiştirdim.
42. (Şimdi) sen ve kardeşin, artık benim ayetlerimle/mucizelerimle yola çıkın ve sakın beni (ve dinimi) anlatmakta gevşeklik göstermeyin!
43-44. Firavuna gidin. Çünkü o azmıştır. Onunla yumuşak bir dille konuşun ki, o zaman belki öğüt alır yahut ürperir.” Bkz. 26/20-22, 28/15
Tebliğde esas olan, Allah’ın mesajının, ruhlara tesir edecek şekilde muhataplarına inanç ve tutumlarını, kabiliyet ve yeteneklerini dikkate alarak samimi bir tavır içerisinde ulaştırılmasıdır. Tarihsel süreçte tevhid gerçeğini toplumsal yaşama yaymakla ve kitlelere ulaştırmakla sorumlu kılınan bütün peygamberler bu esasa dikkat etmişlerdir. Bu ayetlerde görüldüğü gibi Firavuna gönderilen Hz. Musa ve Harun’a da aynı yolu takip etmeleri tavsiye edilmektedir. Nitekim yozlaşmanın ve yanlış algıların tavan yaptığı cahiliye çağında hayatının her safhasını mücadele ile geçiren Hz. Peygambere izleyeceği yol konusunda da “Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel yöntemlerle mücadele et!” (Nahl, 16/125) emri verilmiştir.
45. Musa ve Harun şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz, onun bize kötülük etmesinden yahut iyice azmasından korkuyoruz!”
46. (Allah,) şöyle buyurdu: “Korkmayın! Çünkü (ben her şeyi) işiterek ve görerek sizin yanınızda olacağım.
47. Hemen ona gidiniz ve deyiniz ki: “Biz Rabbinin sana gönderdiği elçileriz. İsrailoğullarının bizimle birlikte Mısır’dan ayrılmalarına izin ver! Onlara işkence etme! Sana Rabbinden, doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizeler ile geldik. Nihai kurtuluş ve esenlik (yalnızca, O’nun gösterdiği) yolu izleyen kimselerin olacaktır.
48. Bize gelen vahye göre, Allah’ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba uğrayacaklardır.”
49. (Allah’tan aldıkları direktifi aktardıklarında, Firavun onlara) dedi ki: “Sizin Rabbiniz kim, ey Musa?”
50. (Musa:) “Bizim Rabbimiz, her varlığı (kendi yaratılışındaki amaç ve hikmete) uygun niteliklerle donatarak yaratan, sonra da bu varlıkları nitelikleri doğrultusunda yönlendiren Allah’tır” dedi.
51. (Firavun:) “Öyle ise önceki toplumların hali ne olacak (anlattıklarınıza göre onlar cehenneme mi gidecek)?” dedi.
52. Musa, şöyle dedi: “Onlara ilişkin bilgi Rabbimin katındaki kitapta yazılıdır. Benim Rabbim ne yanılır ne de unutur.”
53. “Sizin için yeryüzünü bir beşik yapan, onun üzerinde yollar açan, gökten su (yağmur) indiren O’dur.” (Allah buyurdu ki:) “Biz o su ile (topraktan) türlü türlü bitkiler çıkarmaktayız.”
54. “(Bu bitkilerden) hem yiyiniz hem de hayvanlarınızı otlatınız. Gerçekten akıl sahiplerinin bu olaylardan alacakları pek çok dersler vardır.”
55. “(Ey insanlar!) Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız.”
İnsan bedeninin topraktan yaratıldığı; A. İmran 3/47; En’am 6/2, 73; Hicr 15/26; Kehf 18/37; Hac 22/5; Rum 30/20; Fatır 35/11; Saffat 37/11; Mü’min 40/67; ayetlerinde de açık olarak ifade edilmiştir. Ölen insanın bedeninin toprağa dönmesi, kendisini meydana getiren organik ve inorganik unsurlarına ayrılıp dağılması anlamınadır. Ayrıca bu ayette, insanın dünyadaki hayatının kısa ve geçici olduğuna ve ahirette yeniden dirildikten sonra uzun ve kalıcı bir hayatı olacağına zımni bir mesaj vardır.
56. Andolsun ki, biz ona (Firavuna) bütün mucizelerimizi gösterdik de o bunları yalanladı ve reddetti.
57. (Firavun Musa’ya şöyle) dedi: “Ey Musa! Sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin?
58. O halde biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda; uygun bir yerde, senin de bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti belirle.”
59. Musa: “Buluşma zamanı (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti olsun” dedi.
60. Derken Firavun dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri) bir araya topladı, sonra geldi. Bkz. 7/112, 10/79
Böylece Firavun dönüp gitti, danışma meclisini topladı, Mûsâ’ya karşı yapacağı entrikaları kararlaştırdı ve çevresindeki en usta büyücülerini topladı, büyü malzemeleriyle birlikte buluşma yerine gelerek Hz. Musa’nın karşısına çıktı. Hz. Musa da kardeşi Harun ile birlikte gelen sihirbazların neler yapacağını merakla bekliyordu.
61. Musa, (karşısındaki sihirbazları uyarmak için) onlara şöyle dedi: “(Sırf Firavun’un gönlü olsun diye sihir yaparsanız) yazıklar olsun size! Allah’a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azap ile yok eder. Allah’a karşı yalan uyduran perişan olur.”
62. Bunun üzerine büyücüler aralarında gizlice fısıldaşarak durumlarını tartıştılar.
63. Ve (Musa ve Harun’u göstererek) dediler ki: “Bu iki adam büyücüdür, sizleri büyüleyerek yurdunuzdan çıkarmak, sizin örnek yaşam tarzınızı ortadan kaldırmak istiyorlar.
64. Öyleyse hünerlerinizi bir araya getirin, sonra gruplar halinde buluşma yerine gelin. Bugün üstün gelen kazanmıştır.”
65. (Büyücüler) Musa’ya: “Ey Musa! (Önce) sen mi atacaksın (değneğini), yoksa ilk atan biz mi olalım?” dediler.
66. Musa: “Yok, (önce) siz atın!” dedi. Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine gerçekten yürüyorlarmış gibi geldi.
67. Musa’nın içine bir korku düştü.
68. (Bunun üzerine Musa’ya) “Korkma! Üstün gelecek olan kesinlikle sensin” dedik.
69. “Sağ elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını silip süpürsün. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir (gözbağcılığıdır). Sihirbaz ise nereye varırsa varsın, hiçbir yerde iflah olmaz (gerçek başarıya ulaşamaz).”
70. (Yere atılan Musa’nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini silip süpürünce) sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve: “Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik” dediler.
71. Firavun: “Ben size izin vermeden ona inandınız ha! O size büyücülüğü öğreten elebaşınızdır. Andolsun ki, bana karşı gelip döneklik yapmanız yüzünden işlerinizi/yetkilerinizi ellerinizden alacağım, özgürlüğünüzü kısıtlayıp sizi tutuklayacağım ve (sonra da) hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu öğreneceksiniz” dedi. Bkz. 7/124 ve dipnotu, 26/49
Ayette geçen “hilaf” sözcüğüne “ters, çaprazlama” anlamı vermek yerine “döneklik yapmak, ters çıkmak” manası vermek daha doğru olur. Çünkü Firavun sihirbazlardan söz almıştı ve onları çok iyi hazırlatmıştı. Böyle bir şey hiç beklemediği gibi onların başarısız olacağını da ummuyordu. Ona göre sihirbazlar döneklik yapmış ve kendisini yarı yolda bırakmışlardı. Firavun’un onları cezalandırması gerekiyordu. Bunun için onlara ellerinin ve ayaklarının yani işlerinin ve seyahat özgürlüklerinin ellerinden alınacağını, arkasından da -ibreti âlem olsun diye- hurma ağaçlarına asılacaklarını söylüyordu. Böyle yapacaktı ki diğer insanlara ibret olsun ve Musa’nın taraftarları çoğalmasın.
72. (Sihirbazlar:) “Biz seni, bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.”
73. “Biz Rabbimize inandık. O, bize zorla yaptırdığın sihirlerden dolayı işlediğimiz günahlarımızı ve hatalarımızı bağışlayacaktır. Allah’ın ödülü, herkesinkinden daha üstün ve daha kalıcıdır” dediler.
74. Şüphesiz, her kim (hesap gününde) Rabbine suçlu olarak varırsa, kesinlikle ona cehennem vardır. Orada ne ölür ne de yaşar. Bkz. 4/56, 25/14, 87/12-13
“Orada ne ölür ne de yaşar” ifadesi, cehennemin dehşetini anlatmaktadır. Cehennemin ateşi ne kadar öldürücü olursa olsun, cehennem ehli ölmeyecek ve o azabı çekmeye devam edecektir. Sürekli yanan ve yandıkça yakılan bir insan için yaşamdan, hayattan elbette ki söz edilemez. Onun için cehennem ehli ölmek isteyecek fakat ölemeyecek. Yaşamak isteyecek fakat cehennemde yaşamak azaptan ibaret olduğu için yaşamak ölmekten beter olacaktır. “O en büyük ateşe atılacak ve sonra orada ne ölecek ne de hayat bulacaktır.” (Â’la 87/12-13)
75. Kim(ler) de O’na (Rabbine) iyi işler yapmış, erdemli bir mü’min olarak gelirse; işte onlar için yüksek dereceler vardır.
76. İçlerinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (iyi işler yaparak Allah’ın huzuruna gelenlerindir). İşte bu, günahlardan arınmış olanların mükâfatıdır. Bkz. 26/52, 44/23
77. Andolsun ki; Musa’ya şöyle vahyettik: “Kullarımı geceleyin yürüt. Denizde onlara kuru bir yol aç. (Düşmanların yetişmesinden) korkma (ve boğulmaktan da) endişe etme!” Bkz. 26/52, 44/23
78. Bunun üzerine Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü de deniz onları görülmedik bir şekilde kucaklayıp yuttu. Bkz. 2/50, 40/84-85, 43/55-56
79. Firavun, halkını saptırdı, onların doğru yolu bulmasına engel oldu.
80. Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık. Tur Dağı’nın sağ yanında sizden söz almıştık. Size gökten kudret helvası ile bıldırcın indirmiştik. Bkz. 2/57, 7/160
Allah, Mısır’dan çıktıktan sonra Sina Çölü’ndeki yolculuk günlerinde İsrailoğullarına kudret helvası ve bıldırcın bahşetmesine atıfta bulunarak onları nankörlük etmemeleri konusunda uyarıyor. Bundan çok daha önemlisi dünya hayatlarını kurtardıktan sonra ebedî hayatlarını kurtarmaları için “Tur Dağı’nın sağ yanında sizden söz almıştık” ifadesiyle verdikleri sözü hatırlatarak akıllarını başlarına almalarını istiyor. “Hani, (Ey İsrailoğulları! Tevrat ile amel edeceğinize dair) sizden kesin söz almıştık, (sonra sözünüzü tutmadınız. Yeniden söz veresiniz diye) Tûr dağını tepenize dikerek: “Size verdiğimiz hükümlere kuvvetle sarılın, onun içindekileri düşünün” (demiştik.)” (Bakara 2/63) “Bir vakit İsrailoğullarından şöyle söz almıştık: “Allah’tan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya, yakınlara, öksüzlere ve biçarelere de iyilik yapacaksınız. İnsanlarla güzellikle konuşacaksınız, namazlarınızda dikkatli ve devamlı olacaksınız ve zekâtı vereceksiniz…” (Bakara 2/83)
81. Size verdiğimiz rızıkların en temizlerinden yiyiniz ve bu hususta taşkınlık (israf ve nankörlük) etmeyiniz! Yoksa gazabıma uğrarsınız. Her kim ki gazabıma uğrarsa, o kimse gerçekten kendini bütünüyle yıkıma sürüklemiştir!
82. Şüphe yok ki ben, tevbe edip inanan ve faydalı işler yapan, sonra da doğru yol üzere (hayatına) devam eden kimse için son derece affediciyim.
83. (Ve Allah Musa’ya:) “Seni alelacele (Tür dağında Tevrat’ı almak için yola çıktığında) kavminden öne geçiren nedir?” diye sordu.
84. Musa, şöyle cevap verdi: “İşte onlar hemen arkamdalar. Rabbim! Senin rızanı kazanmak için acele ettim.”
85. Allah buyurdu ki: “Sen öyle biliyorsun ama onlar senin izinde değiller. Zira biz senin ayrılmandan sonra halkını sınadık ve Samiri onları yoldan çıkardı.” Bkz. 2/51, 7/150
Samiri, İsrailoğullarının Samire kabilesine mensup, Hz. Musa’nın dinini benimseyen ve Mısır’dan çıkışlarında İsrailoğullarına katılan biridir. Bu kişi, Mısır dinindeki Apis figürünün bir uzantısı olarak bir altın buzağı heykeli yapmış ve çevresindekilere onun tanrı olduğunu telkin etmişti. Hz. Musa’nın arkasından İsrailoğullarından bir kısmı, aralarında Hz. Harun olmasına rağmen Samiri’nin yaptığı altın buzağıya tapmaya başlamıştı. Burada alınacak en önemli ders; insanların inançlarında samimi olmaları, maddi çıkarlar uğruna inandıklarından taviz vermemeleri gerektiğidir.
86. Bunun üzerine Musa kavminin yanına öfkeli ve üzgün olarak döndü. Onlara dedi ki: “Ey kavmim! Rabbiniz size (Tevhid inancından sapmadığınız müddetçe size her türli nimeti bahşedeceğine dair) güzel bir vaatte bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz ki bana verdiğiniz sözden caydınız?”
87. Dediler ki: “Sana verdiğimiz sözden kendi isteğimizle caymadık. Fakat biz o halkın (Mısırlıların) mücevheratından yüklü miktarlarda takınmıştık. İşte onları (eritmek için) ateşe attık. (Aynı şekilde) Samiri de kendi mücevherlerini attı.”
Mısırlıların mücevheratı dedikleri altınlar, Firavun ve askerlerinin denizde boğulduktan sonra elde edilen ganimetler. Yoksa söylendiği gibi İsrailoğulları Mısır’dan çıkacakları gece, “Yarın bizim bayramımızdır” diyerek yerli halktan ödünç olarak aldığı altınlar değildir. Kimse ülkesini terk edeceğini söyleyen ve bir daha dönme ihtimali olmayan kişilere ödünç bir şey vermez. Hele ki bunlar köleleştirilmiş ve aldığını geri veremeyecek kadar fakir olan İsrailoğulları ise hiç vermez.
88. Samiri, o erimiş altınlardan böğüren bir buzağı heykeli yaparak İsrailoğullarının önlerine çıkardı. Onlar da birbirlerine: “İşte sizin ve Musa’nın ilahı budur, fakat Musa (Rabbinin burada olduğunu) unuttu” dediler. Bkz.2/51, 54, 92, 4/153, 7/148-155
89. Peki, onlar o buzağı heykelinin kendilerine cevap veremediğini ne zarar ve ne de fayda sağlayamadığını görmediler mi?
90. Andolsun ki, Harun da onlara önceden: “Ey milletim! Siz bu buzağı ile sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz çok merhametli olan Allah’tır. Bana uyun, emrime itaat edin (sakın Samiri’ye uyarak buzağıya tapmayın)” demişti.
91. Onlar da (Harun’un uyarılarına hiç kulak asmadan): “Musa bize dönünceye kadar buzağıya tapmaya devam edeceğiz” demişlerdi.
92. (Ve Musa Tur Dağından döndüğünde kardeşine:) “Ey Harun! Bunların yoldan çıktığını gördüğün halde (bunları engellemek konusunda), seni tutan ne oldu?
93. Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?” dedi (ve saçından sakalından tutup çekmeye başladı).
94. (Harun:) “Ey anamın oğlu! Saçımı sakalımı çekme! Doğrusu ben senin: ‘İsrailoğullarının arasını açtın, sözüme uymadın’ diyeceğinden korktum” dedi.
Hz. Harun, aynı zamanda peygamberi olan ağabeyine; olayın üzerine sert bir yöntemle gittiği takdirde İsrailoğullarının bir kısmının Samiri’nin yaptığı buzağıya tapanlar, bir kısmının da kendisinin öğüdünden yana olanlar olarak ikiye bölünmesinden korktuğunu dile getiriyor. Çünkü abisi onu İsrailoğullarını kollaması için görevlendirmişti. Oda kendine göre bu görevi yerine getirmiş ve İsrailoğullarının bölünmesini önlemişti. Bunun üzerine, bir sonraki ayette görüldüğü gibi Hz. Musa Samiri’ye yönelerek bu işteki amacını soruyor.
95. (Musa bu defa Samiri’ye dönerek) “Ey Samiri! Senin bu yaptığın nedir?” dedi.
96. (Samiri) dedi ki: “Ben onların görmediklerini gördüm. Bana gelen ilahi elçinin (Cebrail’in) ayak izlerinden avucumu doldurarak onu erimiş altın külçesinin bulunduğu potaya attım. Böyle yapmamın iyi olacağı içime doğdu.”
97. Musa: “Çekil git! Artık sen hayatın boyunca (hastalanıp) ‘bana dokunmayın, benden uzak durun!’ diyeceksin, yalnız yaşamaya mahkûm olacaksın. Ayrıca senin asla kurtulamayacağın bir ceza günü var. Şimdi tapınıp durduğun tanrına bak! Biz onu yakacağız, sonra da ufalayıp denize savuracağız” dedi.
Ayette ifade buyrulduğu gibi, Hz. Musa’nın: “Sen hayatın boyunca yalnız yaşamaya mahkûm olacaksın” şeklindeki söyleminden sonra Samiri, ağır bir bulaşıcı hastalığa yakalanmış ve bu hastalık sebebiyle herkesten uzak durmak ve toplumdan soyutlanmak zorunda kalmıştı. Hayatta en ağır cezalardan bir tanesi de kişiyi toplumdan soyutlamak ve onu yalnız yaşamaya mahkûm etmektir. Çünkü insan sosyal bir varlıktır, yalnız yaşamak ve münferit takılmak insanın doğasına uygun değildir. Onun için hapishanelerde verilen en ağır ceza hücre cezasıdır.
98. Sizin ilâhınız ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.
99. (Ey Resul!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki sana katımızdan öğüt (ve uyarılarla dolu olan Kur’an’ı) verdik.
“Zikr” sözcüğü Kur’an’da en çok geçen kelimelerdendir. Kuran, kendi işlevini ifade et mek için de zaman zaman “zikr” kelimesini kullanmıştır. Bu ayette kullanılan “zikr” teriminin yanına ister doğrudan Kur’an diyelim isterse kullanım kipine uygun olarak “öğüt veren, düşündüren, uyaran” anlamlarını verelim ayetteki maksat anlaşılacaktır. Çünkü Kur’an eğiten, yetiştiren, öğreten, uyaran, müjdeleyen, yönlendiren ilahi öğretileri ihtiva etmektedir. “Siz, haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi zikirle (Kur’an’la) uyarmaktan vaz mı geçelim?” (Zuhruf 43/5) Bu ayet bu gerçeği açıkça ifade etmektedir.
100. Kim bundan yüz çevirirse, hiç şüphesiz kıyamet günü o, ağır bir günah yüklenerek gelecektir.
101. Onlar o yükün altında (azabı içinde) ebedi olarak kalacaklardır. Kıyamet günü bu yük, onlar için ne ağır bir yük olacak!
102. (İkinci kez) Sur’a üflendiği (ve yeniden diriliş gerçekleştiği) o gün günahkârları korkudan ağarmış gözlerle bir araya toplayacağız.
103. Kendi aralarında: “Siz (dünyada) on (gün) den fazla kalmadınız (değil mi)?” diye gizli gizli fısıldaşacaklar. Bkz. 23/113, 30/55, 79/46
104. Aralarındaki konuşmaları biz herkesten daha iyi biliriz. O vakit içlerinden en aklı başında olanları ise: “Siz sadece bir gün kaldınız” diyecekler. Bkz. 10/45, 23/112-114
105. (Ey Resul!) Sana dağların durumunu soruyorlar. De ki: “Rabbim onları (kıyamet günü) toz edip savuracak. Bkz. 18/47, 101/5
106. Yerlerini dümdüz ve çırılçıplak bir alana dönüştürecek.
107. Orada ne bir iniş ne de bir yokuş görebileceksin.
108. O gün (herkes), kendisinden kaçış imkânı olmayan bir davetçinin peşinden gider ve tüm sesler o sınırsız rahmet sahibinin huzurunda (hüküm vermesi için) kısılacaktır. Öyle ki (soluk alışveriş seslerinin birbirine karıştığı) boğuk bir uğultudan başka bir şey duymayacaksın! Bkz. 11/105, 19/38, 42/7, 54/8, 78/38
109. O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimse(ler)den başkasına şefaat fayda vermez. Bkz.2/123, 255, 6/51, 70, 10/3, 21/28, 34/23 ve dipnotu, 53/26
Âyet: “Rahman’ın hoşnut olduğu ve izin verdiği kimseye şefaat/yardım edilecek.” diyor. Diğer bir anlatımla şefaat edecek kimselerden değil, şefaate mazhar olacak, bağışlanacak kimselerden bahsediyor ki bunlar daha pek çok ayette de ifade edildiği gibi iman eden, imanın gereklerini yerinde getiren ve Allah’ın razı olduğu kimseler olacaktır. “Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler.” (Enbiya 21/28) Özetle ifade etmek gerekirse; bu ayette Allah’ın kimlere yardım edeceğinden ve kimlerin işlerini kolaylaştıracağından söz ediliyor. Bu ve bunun gibi ayetlerle “birileri şefaat edecektir” düşüncesiyle kimse kendisini kandırarak başkalarına kulluk etmesin ve birilerine Allah’ın niteliklerini yükleyerek şirke bulaşmasın! Şefaat bütünüyle Allah’a aittir. (Zümer 39/44) Allah’a ait olan bir şeyi yine Allah’ın gönderdiği ayetleri çarpıtarak başkalarına transfer etmeye kalkmak hem şirktir hem de küfürdür.
110. (Allah) onların önlerindeki (gelecekleri)ni ve arkalarındaki (geçmişleri)ni bilir. Onların (sınırlı) bilgisi O’nu(n bilgisini) asla kavrayamaz.
111. (O gün) bütün yüzler, diri ve hayatın ve hâkimiyetin tam sahibi olan Allah’a boyun eğecektir. Zulüm yüklenerek gelen gerçekten perişan olacaktır.
112. Kim de inanmış olarak faydalı eylemlerde bulunursa, böyle birinin, haksızlığa uğramaktan ya da (hak ettiğini) alamamaktan korkmasına hiçbir sebep yoktur.
113. İşte böylece biz onu (insanlar anlasın diye) Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar ve kendilerine bir ibret ve uyanış olsun diye onda uyarı ve tehditlerimizi farklı üsluplarla anlattık.
114. Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. (Ey Resul!) Kur’an’ın sana vahyi tamamlanmadan hüküm vermekte acele etme! “Rabbim ilmimi (bilgimi) artır” de!
“Vahiy sona ermeden onu okumakta acele etme!” uyarısı, Mesajı anlamak konusunda ciddi bir disipline dikkat çekmektedir. Kur’an’ı oluşturan ayetler ve sureler bir arada birbiriyle tutarlı, uyumlu ve bağlantılı tam bir ahenk içindedir. Bunun içindir ki, İlahi direktifleri tam olarak anlamak isteyen kimse, ayetleri ya da sureleri ait oldukları umumi anlam örgüsünden soyutlayarak onlardan maksadını aşan sonuçlar çıkarmaya çalışmamalı, siyak-sibak bütünlüğüne dikkat etmeli, diğer ayetlerle bağlantılarını kurmalı, mesajı bir bütün olarak ele almalı, münferit meseleleri bile bu bütün içinde değerlendirmelidir. Daha kapsayıcı bir ifadeyle söylemek gerekirse, Kur’an’ın tamamını bilinçaltına yerleştirerek hadiselere onun oluşturduğu zaviyeden bakmalıdır. Onun için “Kur’an okuyacağın zaman, ilâhî rahmetten kovulmuş her türlü şeytanın vesvese ve ayartmalarından Allah’a sığın!” (Nahl 16/98) buyruluyor. “Allah’a sığın” ifadesini, “Allah’ın öğretilerine sığın, onlardan destek al” şeklinde anlamalıyız. Eğer ayeti okurken kötü anlamda kalbimize bir vesvese düşerse hemen diğer ayetlerin desteğine baş vurmalıyız. Burada da Hz. Peygambere “Kur’an’ın sana vahyi tamamlanmadan hüküm vermekte acele etme!” buyrularak hüküm verme konusunda gelecek olan vahyi beklemesi emrediliyor. Bugün böyle bir problem olmadığına ve Kur’an’ın tamamı/vahyin bütünü elimizde olduğuna göre parçacıl bir yaklaşımla hüküm vermekte aceleci davranmamalıyız ve mutlaka Kur’an’ın bütünü üzerinden değerlendirme yapmalıyız!
115. Biz vaktiyle Âdem’e (o yasak ağacın meyvesinden) yememesini tembih ettik. Fakat (o bu tembihimizi) unuttu. (Biz) onda güçlü irade bulamadık (bir isyan kastı ve emrimizde sebat da bulmadık).
116. Hani biz meleklere: “Âdem’e secde edin (onun önünde hürmetle eğilin)” demiştik, İblis’in dışında (hepsi) yere kapanmış, o, ise yüz çevirmişti. Bkz. 2/34, 7/12, 17/61, 18/50, 38/76
117-118-119. Biz de Âdem’e şöyle demiştik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra (dünya hayatına dönerek) mutsuz olursun. Çünkü burada (cennette) senin için aç kalmak, çıplak kalmak yoktur. Ve sen burada susamazsın, güneşin harareti de dokunmaz sana.
120. Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle demişti: “Ey Âdem! Sana (yediğin takdirde ölmeyeceğin ve devamlı surette cennette kalacağın) ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?” Bkz. 7/20-21
121. Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Meyveyi tadar tatmaz (avret yerleri ortaya çıkınca) çıplaklıklarının farkına vardılar. Bunun üzerine cennetteki ağaçların yaprakları ile örtünmeye koyuldular. (Böylece) Âdem (yanılarak da olsa) Rabbine karşı geldi ve şaşırıp kaldı.
122. Sonra (hatasını anlayıp yalvarmaya başladı) Rabbi onu seçkin kıldı (arıtıp temizledi) de tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi.
123. (Bu arada Allah) şöyle buyurdu: “(Şeytan ve siz) birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin (yeryüzüne göç edin!). Bununla beraber, tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber/kitap) geldiğinde kim benim yol göstericime uyarsa artık o ne sapar ne de sıkıntı çeker.” Bkz. 2/34, 7/24 ve dipnotu
124. “Kim de benim zikrimden (öğüdümden) yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak diriltiriz.” Bkz. 17/72
“Kıyamet günü kişinin kör olarak diriltilmesi” maddi değil, manevidir. Dünyada Allah’ın nimetlerini görmeyen ya da görmemezlikten gelen âhirette cennetin güzelliklerinden ve ilahi nimetleri temaşa etmekten mahrum kalır. Dikkate alınmaz, değer verilmez. Burada, dünyadaki inkârcıların kalplerinin, kulaklarının mühürlenmesi ve gözlerine perde çekilmesi gibi metaforik bir anlatım söz konusudur.
125. O da şöyle der: “Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum hâlde, niçin beni kör olarak yarattın?” Bkz. 17/97
126. (Allah da:) “Evet öyle. Ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun ve bugün de sen unutuldun!” buyurur.
“Sen onları unutmuştun, bugün de sen unutuldun” ifadesi, “sen ayetlerimizi ciddiye almamıştın, öğretilerimizi umursamamıştın, mesajlarımızı gözardı etmiştin, istediğimiz hayatı yaşamayı kendine yakıştıramamıştın ve bugün de aynen öyle umursanmayacaksın, ciddiye alınmayacaksın, gözardı edileceksin ve erdemli insanlar için takdir edilen cennet nimetlerinden yoksun bırakılacaksın!” demektir. Yoksa Allah’ın unutması (hâşâ) söz konusu olamaz.
127. İşte biz haddi aşan ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Ve böylelerinin ahirette çekeceği azap gerçekten de (azapların) en zorlusu ve en kalıcısı olacaktır.
128. Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini helak etmiş olmamız, onları doğruya yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onlardan kalan tarihi kalıntılar üzerinede gezinip duruyorlar. Şüphesiz bunda aklıselim sahipleri için ibretler vardır.
129. Eğer Rabbinin daha önce verilmiş bir hükmü ve belirlenmiş bir vadesi olmasaydı (onların) yok edilmeleri kaçınılmaz olurdu.
130. (Ey Resul!) O hâlde, onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini övgüyle tespih et. Gece vakitlerinde ve gündüzün uçlarında da tespih et ki ilahi hoşnutluğa, esenliğe eresin.
“Güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini övgüyle tespih et” ifadesinden namaz anlaşılmaktadır. Güneşin doğuşundan önce sabah namazı, batışından önce ikindi namazı, gece vakitlerinde akşam ve yatsı namazı, gündüzün uçlarında (tepe noktasında) da öğle namazı kastedilerek günün beş ayrı vaktinde namaz ikame etmeye ve namazda sürekliliğe işaret edilmektedir. İnsanlar ya namaz kılıyor ya da kılmıyor. Kılanların çoğu beş vakit kılıyor, kılmayanlar da hiçbir vakit kılmıyor. Hâlbuki; her namaz kendi başına bir namazdır ve kendi vaktinde değerlidir. Hiçbir namaz bir diğerine bağlı değildir. Kişi ne kadar namaz kılarsa o kadar feyiz alır. Onun için beş vakti kılamayanlar hiç olmasa bir vakit kılsın, daha sonra ikiye çıkarsın, daha sonra üçe… Ama hiç olmazsa her gün bir vakit de olsa Allah’ın huzuruna çıksın. Zira âyetin son cümlesinde, hoşnut olmanın ve esenliğe ermenin ancak namazla mümkün olabileceği mesajı verilmektedir.
131. O inkârcılardan, kendilerini denemek için dünya hayatının (makam, para ve çoluk çocuk gibi) süsleriyle yararlandırdığımız kimselere gözlerini dikme! Rabbinin nimeti çok daha yararlı ve çok daha kalıcıdır.
132. Ailene/ümmetine namazı/duayı özendir ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayan kimselerin olacaktır.
133. (İnkâr edenler:) “(Muhammed) Rabbinden bize bir mucize getirmeli değil miydi?” dediler. İyi de daha önceki kitapların içeriğinde (bu ilahi mesajın doğruluğunu gösteren) deliller kendilerine ulaşmadı mı?
134. Eğer biz onları, elçi (gönderme)den önce bir azap ile helâk etseydik, (o zaman da:) “Ey Rabbimiz! Keşke bize bir Resul gönderseydin de (böyle) alçalıp rezil olmadan önce ayetlerine uysaydık” diyeceklerdi.
135. De ki: “Herkes beklemektedir; siz de bekleyin bakalım. Yakında doğru yolu seçenlerin kimler olduğunu ve (bu tercih sonucunda Allah’ın) kimleri doğru yola yönelttiğini öğreneceksiniz!”