37 – Saffat

       Saffat suresi, Mekke döneminde inmiş olup 182 ayettir. Sure adını, birinci ayette geçen ve “Saflar halinde duran” anlamındaki “Saffat” kelimesinden almıştır. Sûrede kâinatın düzeni ve yönetimiyle ilgili meleklerden, cinlerden, kıyamet ve ahiret gününden söz ediliyor ve bütün evrenin yaratıcısının ve yöneticisinin bir olduğu belirtiliyor. Gökyüzünün yaratılışına ve yıldızlara temas edilerek ilâhî mesajı iletmekle görevli meleklere hiçbir şekilde nüfuz edilemeyeceği bildiriliyor. Müşriklerin ilâhî vahyi alaya aldıkları, Kur’an’ın üstünlüğü karşısında acizliklerini gizlemek için onun bir sihir ürünü olduğunu söyledikleri ve ölüm sonrası hayatı gerçekleşmeyecek bir şey olarak telakki ettikleri belirtiliyor. Dünyada inkâr ve zulüm konusunda yardımlaşan kimselerin âhirette birbirlerini suçlayacakları, fakat bunun onlara hiçbir faydasının olmayacağı anlatılıyor. Cennet ehlinin mutlu hayatına dair bazı tasvirlerin yapıldığı sûrede Hz. Nuh, İbrâhim, Mûsâ, Harun, İlyas, Lût ve Yunus’un hayat hikâyelerinden bazı alıntılar yapılıyor ve Hz. İbrâhim ve İlyas’ın tevhid mücadelesinden örnekler veriliyor. Câhiliye Araplarının kız çocuklarını istememesine rağmen melekleri Allah’ın kızları diye telakki etmelerinin mantıksızlığına değiniliyor. Peygamberlerin ve dolayısıyla onların yolundan gidenlerin mutlaka galip geleceği ifade edilerek Hz. Peygambere inkârcıları kendi hallerine bırakması ve onları gözlem altında tutması emrediliyor.

       Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
       1. Sıra sıra saflar halinde dizilmiş (melek)leri düşün! Bkz. 37/165
       2. (Bulutları) sürükleyip götürenleri düşün!
       3. Uyarmak için peş peşe gelen (ayet)leri de düşün!
       4. Tartışmasız sizin ilahınız gerçekten tektir.
       5. O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir, (Güneş’in) bütün doğuş yerlerinin de Rabbidir.
       6. Muhakkak ki biz, dünya semasını (yeryüzüne en yakın göğü) yıldızlarla süsleyip donattık.
       7. Onları her (isyankâr) şeytanın tasallutundan koruduk.
       8. Onlar, Mele-i Ala’yı (yüce konseyi/ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. (Dinlemeye kalksalar) her taraftan taşlanarak uzaklaştırılırlar.
       9. Kovulmuş olarak, onlar için kesintisiz azap vardır. Bkz. 15/16-17 ve dipnotu, 67/5
       10. Eğer (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).
       11. Şimdi sen onlara sor bakalım: “Yaradılışça onlar mı daha güçlüdür yoksa yarattığımız (gökler ve oralardaki meleklermi)?” Şüphesiz biz onları (Adem’den, Adem’i de) yapışkan bir çamurdan yarattık.
       12. Hayır, sen hayranlık ve şaşkınlık duyarken onlar (yalnızca) alay ederler.
       13. Kendilerine öğüt verildiği zaman öğüt almazlar.
       14. Bir ilahi mesajla muhatap olduklarında, onu alaya alırlar,
       15. “Bu, büyü(leyici söz)den başka bir şey değildir” derler.
       16. “Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı tekrar diriltileceğiz?
       17. Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı (diriltilecek)?” derler.
       18. De ki: “Evet, hem de aşağılanmış kimseler olarak (diriltileceksiniz).”
       19. O (diriliş anı) sadece şiddetli bir sesten (ikinci Sur’a üfürülüşten) ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar (diriltilmiş, şaşkın bir şekilde etrafa) bakınıp duruyorlar.
       20. (Ve o zaman:) “Eyvah bizlere! İşte bu hesap günüdür!” derler.
       21. (Onlara:) “Bu, sizin yalanlamakta olduğunuz (iyiyi kötüden, haklıyı haksızdan, mazlumu zalimden, mü’mini kâfirden) ayırma günüdür.”
       22. (Allah, meleklere şöyle buyurur:) “Zalimleri, onların aynı yoldaki arkadaşlarını ve tapmış olduklarını toplayın!”
       23. Allah’tan başka kulluk ettiklerine ve hepsine cehennemin nerede olduğunu gösterin!
       24. Ve onları (orada) tutun! Çünkü onlara sorulacak: Bkz.2/167, 16/27, 28/62, 34/22
       25. (Onlara orada) “Size ne oldu ki (şimdi) birbirinize yardım edemiyorsunuz?” denecek.
       26. Doğrusu onlar o gün kayıtsız şartsız teslim olmuşlar (boyun eğmişlerdir).
       27. (Onlar da) birbirlerine dönüp sitem etmeye kalkışacaklar.
       28. (Kötülükte kendilerine uyanlar, uydukları kimselere:) “Siz bize hep haktan yana görünerek yaklaşırdınız.” diyecekler.
       29. (Diğerleri de onlara) şöyle diyecek: “Hayır, siz zaten hiçbir zaman mü’min olmadınız ki.”
       30. (Ayrıca) “Bizim sizin üzerinizde hiçbir yaptırım gücümüz yoktu. Ama siz (ta başından beri zaten) azgın bir topluluktunuz.”
       31. “Artık Rabbimizin hakkımızdaki azap sözü gerçekleşti. Çaresi yok hep birlikte bu azabı çekeceğiz!”
       32. “(Evet,) sizi azdırdık (yoldan çıkardık), çünkü biz de azgın kimselerdik.”
       33. Şüphesiz o gün, onlar azapta ortaktırlar.
       34. İşte biz, suçlulara böyle yaparız.
       35. Çünkü onlara: “Allah’tan başka ilah yoktur” denildiği zaman büyüklük taslamışlardı.
       36. Ve “deli bir şair için ilahlarımızı mı bırakalım?” demişlerdi.
       37. Hayır! (O ne delidir ne de şair,) o, hakkı getirmiş ve (kendinden önce) gönderilmiş olan elçileri de doğrulamıştır.
       38. Şimdi siz bu elem dolu azabı çekeceksiniz.
       39. Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz.
       40. Ancak Allah’a gönülden bağlı olan kullar bu cezanın dışındadır.
       41. İşte onlar için ahirette özel hazırlanmış nimetler vardır.
       42. 43-44. Onlar nimetlerle dolu cennetlerde, birbirlerine karşı tahtlar üzerinde (otururlarken) kendilerine sürekli ikramda bulunulur.
       45-46. Aralarında bembeyaz, içenlere pek hoş gelen dupduru pınardan (doldurulmuş) bir kâse dolaştırılır.
       47. Onda baş döndürme özelliği yoktur. Onlar, onu içmekle sarhoş da olmazlar.
       48. Ve yanlarında da bakışlarını kendilerine çevirmiş (sadece onlardan emir bekleyen) güzel gözlü eşler vardır.
       49. Korunmuş deve kuşu yumurtaları gibidir onlar (her türlü lekeden uzak, korunmuş ve kendilerine hiçbir el değmemiştir).

       Bu cümle, deve kuşunun yumurtalarını korumak için kuma gömmesinden esinlenerek söylenmiş eski bir Arap deyimidir. Bu ayetlerle ilgi yorumları yaparken olaya sadece cinsel isteklerin tatmini penceresinden bakmamak gerekir. Cennet hayatıyla ilgili yorumlar sadece dünya algısıyla yapıldığı için yanıltıcı olabilir. Dolaysıyla cennete cinsel arzuların zirve yaptığı ve bu arzuların hurilerle giderildiği bir yer olarak bakmak saygısızlık olur.

       50. Cennet ehli (geçmiş hayatları hakkında) birbirine dönüp soru soracaklar.
       51. İçlerinden biri: “Benim bir arkadaşım vardı.” diyecek.
       52. (Bana:) “Sen gerçekten onun doğruluğunu tasdik ediyor musun?”
       53. “Biz, ölüp toprak ve iskelet haline geldikten sonra, dirilip yaptığımız işlere göre cezalandırılacağız” (öyle mi?) derdi.
       54. Yanındakilere: “Siz onun nerede olduğunu biliyor musunuz?” diye sorar.
       55. Cehenneme şöyle bir bakar ki onun ateşin tam ortasında olduğunu görür.
       56. Ona şöyle der: “Allah’a andolsun, neredeyse beni de helâk edecektin.
       57. Rabbimin lütfu olmasaydı şimdi ben de cehenneme götürülmüş olacaktım.”

       Bütün bu tasvirli anlatımlar mecazî olup hem insanların nihai hayatla ilgili bilincini geliştirmek ve hem de bireysel şuurun ahirette de devam edeceğini vurgulamak içindir.

       58. (Cennet arkadaşlarına yönelerek): “Biz bir daha asla ölmeyeceğiz, değil mi?”
       59. “Önceki ölümümüzden başka. Artık biz azap da görmeyeceğiz değil mi?”
       60. Şüphesiz bu (cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir kurtuluştur.
       61. Böylece çalışıp çabalayanlar, işte buna benzer bir akıbet için çalışmalılar.
       62. Ziyafet olarak cennet ehli için anılan bu nimetler mi daha iyidir, yoksa Zakkum ağacı mı?
       63. Gerçek şu ki, biz o (Zakkum ağacı)nı zalimler için (“ateşin içinde ağaç mı olur diye”) bir imtihan aracı kıldık.
       64. Şüphesiz o, çılgınca yanan ateşin dibinden çıkar.
       65. Onun tomurcukları tıpkı şeytanların başlarıdır (tiksinti vericidir). Bkz. 17/60, 56/51-52
       66. Cehennemlikler ondan (zorla) yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklar.
       67. Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır.
       68. Sonra onların dönecekleri yer, elbette (yine) çılgınca yanan ateş olacaktır.
       69-70. Çünkü onlar, atalarını sapıtmış kişiler halinde bulmalarına rağmen kendileri de onların izinden gitmişlerdi.
       71. Andolsun, onlardan önce gelip geçenlerin çoğu da sapmıştı.
       72. Andolsun, biz onlara da uyarıcılar göndermiştik.
       73. Şimdi bak, uyarılıp da yola gelmeyenlerin sonu ne oldu?
       74. Ancak, Allah’a gönülden bağlı olan kullar o azabın dışında kaldı.
       75. Andolsun ki, Nuh bize (dua edip) seslenmişti. Biz de ne güzel icabet etmiştik.
       76. Zira onu ve (iman birliği yaptığı) ailesini büyük bir badireden kurtardık. Bkz. 54/10
       77. (Ve böylece onun) soyunu (yeryüzünde kıyamete kadar) kalıcı kıldık.
       78. Ve böylece onun sonraki kuşaklar arasında (erdemli duruşundan ve tavizsiz mücadelesinden dolayı kıyamete kadar övgüyle) anılmasını sağladık.
       79. “Bütün milletler arasında Nuh’a selâm olsun!”
       80. İşte biz güzel davrananları böyle mü-kâfatlandırırız.
       81. Çünkü o, bizim mü’min kullarımızdandı.
       82. Sonra da (iman etmeyen) diğerlerini (yaptıkları yüzünden) suda boğduk.
       83. (Nuh’tan yüzyıllarca sonra yaşayan) İbrahim de muhakkak ki onun yolunda olanlardandı.
       84. Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti.
       85. Hani babasına ve kavmine şöyle demişti: “Siz neye tapıyorsunuz?”
       86. “Allah’la beraber şu uydurma ilâhlara da mı kulluk etmek istiyorsunuz?”
       87. “(O halde söyler misiniz?) Âlemlerin Rabbi olan (Allah) hakkında düşünceniz nedir?”

       Madem âlemlerin bir yaratıcısı olduğuna inanıyorsunuz, o halde yalnızca ona kulluk etmek dururken neden O’nun otoritesini başkalarıyla paylaşmaya kalkıyorsunuz? O’nunla ilgili detaylı bilginiz var mı? O’nun büyüklüğünü, gücünü ve kudretinin derinliğini biliyor musunuz?

       88. Derken (İbrahim) yıldızlara bakarak kafasında bir şeyler tasarladı.

       Bir şeyi tefekkür eden, derinden derine düşünen kimse elinde olmadan gökyüzüne bakarak kararını verir. Onun için ayetteki “yıldızlara bakma” deyimi düşünmeyi ifade etmektedir.

       89. “Ben hastayım herhalde” dedi.
       90. Bunun üzerine onu orada bırakıp uzaklaştılar.
       91. (Ve İbrahim) onların tanrılarına gizlice yönelip: “Yemek yemiyor musunuz?” diye sordu?

       Bu ifadeden anlaşılıyor ki; Hz. İbrahim haklılığını kanıtlamak için işe putlara yemek ikram etmekle başlıyor.

       92. (İbrahim putlarla muhatap olmaya devam ederek) “Neyiniz var? (Niye) konuşmuyorsunuz?” dedi.
       93. (ve arkasından) onların üstüne yürüyüp bütün gücüyle vurmaya başladı.
       94. Kavmi (telaş içinde) koşarak ona doğru geldi.
       95. “Siz kendi ellerinizle yonttuğunuz bu putlara mı tapıyorsunuz?
       96. Oysa sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Allah’tır” dedi.

       Allah meyveleri yaratırken tohumu, toprağı, ağacı vesile kıldığı gibi; arabayı, treni, uçağı, gemiyi, telefonu, televizyonu, bilgisayarı yaratırken de insanı vesile kılar. Ancak meyvelerde olduğu gibi hepsini Allah yaratır.

       97. Puta tapanlar: (İbrahim’i nasıl cezalandırılacakları konusunda kendi aralarında görüştüler ve) şöyle dediler: “Fırın gibi bir yapı inşa edin (odunları tutuşturun) ve O’nu alevlerin içine atın.”

       Hz. İbrahim’in ortaya koyduğu bu apaçık deliller karşısında verecek cevapları olmayınca ya inanmak zorunda kalacaklardı ya da daha önceki peygamberlerde olduğu gibi Hz. İbrahim’i yalanlayıp cezalandırmaya kalkacaklardı. Onlar da ataları gibi cezalandırma yöntemine başvurarak derhal kurdukları bir mahkeme ile Hz. İbrahim’i yargılayıp ayetteki kararı duyurdular.

       98. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de (onu kurtarıp) onları en alçak kimseler kıldık. Bkz. 21/68 ve dipnotu
       99. (Allah O’nu ateşten ve müşriklerin tuzaklarından kurtarınca) kavmine şöyle dedi: “Ben Rabbim(in emrettiği yer)e gidiyorum; O bana yol gösterecek.”
       100. “Ey Rabbim! Bana dürüst ve erdemli bir evlat bağışla!”
       101. Biz de onu akıllı, güzel huylu bir oğul ile müjdeledik.
       102. Çocuk doğru ile yanlışı birbirinden ayırabileceği ergenlik çağına erişince de İbrahim ona: “Yavrucuğum, rüyamda seni kurban etmeye hazırlandığımı görüyorum, bir düşün bakalım bu işe ne diyeceksin?” diye sordu. Oğlu da “Babacığım! Rüyanda sana emrolunan şeyi yap, inşallah beni sabreden biri olarak bulacaksın” dedi. Bkz. 19/54
       103. Sonunda o ikisi (ilâhi buyruğa) teslim olunca, babası onu yüz üstü yatırdı.
       104-105. O sırada Biz de ona şöyle seslendik: “Ey İbrahim! Sen şimdi rüyanda (sana vahyettiğimiz buyruklara) bağlı kaldın! (Biz de bunun karşılığında, sana evladını bağışladık ve ikinizi de yüce bir makama yükselttik!) İşte Biz, güzel davrananları böyle ödüllendiririz!”

       Bu ayetler, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail üzerinden imanın gerçek yüzünü, teslimiyetin büyüklüğünü, sadakatin güzelliğini ortaya koyuyor ve imanın ve teslimiyetin nasıl olması gerektiği konusunda mesaj veriyor. Yani Allah’a teslimiyet öyle olmalı ki insan en çok sevdiğini O’nun için verebilmeli ve verilenler de insanın en çok sevdiklerinden olmalı (A. İmran, 3/92). Nitekim Hz. İbrahim Allah’tan sonra en çok sevdiği ciğerparesi oğlunu gözünü kırpmadan, sükûnetle, hiçbir şey sormadan ve sorgulama yapmadan, keskin bir imanla Allah’a sunabiliyor ama Allah insanın kurban edilmesinin doğru olmayacağını ve onun yerine teslimiyetin, kurbiyetin yani Allah’a yakınlığın sembolü olarak hayvanların kurban edilmesi gerektiğini 107. ayetle bildiriyor.

       106. “Şüphesiz bu apaçık ve zor bir imtihandı.”
       107. Biz ona (İsmail’in) kurtuluş fidyesi olarak büyük bir kurban verdik.”

       İşte o günden beri inananların her şeylerini Allah yolunda feda edebileceklerine dair kararlılıklarını göstermek üzere kurban kesiyorlar. Ancak bu iş sadece senede bir defa kurban kesmekle olmaz. Hz. İbrahim ve İsmail örneğinde olduğu gibi sevilen her şeyin yeri ve zamanı gelince Allah için verilebilmesiyle olur.

       108. Biz geriden gelen herkesin zihninde ona ilişkin (örnek) bir hatıra bıraktık:
       109. “İbrahim’e selam olsun!”
       110-111. İyi davrananları işte böyle mükâ-fatlandırırız. Çünkü o, bizim mü’min kullarımızdandı.

       Burada imanın, Hz. İbrahim’in imanı gibi gerçek ve katıksız olması isteniyor. Onun için kullanılan, “bizim mü’min kullarımızdandı” ifadesi, mü’min olmak için İbrahim peygamber gibi inanmanın ve teslim olmanın gerekliliğine vurgu yapılıyor.

       112. Ardından (Biz) ona sâlihlerden bir nebi olacak olan İshak’ı müjdeledik.
       113. Ayrıca hem (İbrahim’in) kendisine, hem de oğlu (İsmail’e ve) İshak’a katımızdan nîmet ve bereketler ihsan ettik. Onların soyundan gelenler arasında iyi insanlar olduğu gibi kendisine açıkça kötülük eden zalim kimseler de vardır.

       Buradan anlaşılıyor ki; Peygamberlerin soyundan gelmek insanların Allah katındaki makamlarını, statülerini değiştirmez. Demek günümüzde en çok istismar edilen Hz. Peygamber soyundan gelmiş olmak imtiyazı diye bir şey yoktur. Yani Hz. Peygamberin torunları Hz. Hasan’ın soyundan gelenlerin “seyyid”, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlerin “şerif” olarak tanıtılması o insanlara bir ayrıcalık kazandırmaz. Bütün insanlarda olduğu gibi onlara da ayrıcalık kazandıracak olan amelleridir.

       114. Andolsun biz Musa’ya da Harun’a da ihsanda bulunduk.
       115. İkisini ve kavimlerini, büyük bir sıkıntıdan kurtardık.
       116. Kendilerine yardım ettik de onlar galip gelenlerden oldular.
       117. Biz onlara (hükümlerimizi) açıklayan Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.
       118. İkisini de dosdoğru yola ilettik.
       119. Ve geriden gelen herkesin zihninde o ikisine ilişkin (örnek) bir hatıra bıraktık:
       120. “Musa’ya ve Harun’a selâm olsun!”
       121-122. İşte biz güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o ikisi de bizim mü’min kullarımızdandı.
       123-124. Şüphesiz İlyas da resullerdendi. Hani kavmine şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
       125. “Yaratanların en güzelini bırakıp Ba’l (adlı puta) mı tapıyorsunuz?”

       “Ba’l”, Şam’da “Bekk” adındaki şehir halkının taptığı büyük bir altın putun adıdır. Bazılarına göre Güneş Tanrıçasıdır. Tarihçilerin tespitine göre, Şam dolaylarında bulunan “Ba’l Bekk kalesi” ismini bu puttan almıştır.

       126. “Allah, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.”
       127. Fakat onu yalanladılar. Bu sebeple onlar (sorgulanmak üzere) huzura getirileceklerdir.
       128. Yalnız Allah’a gönülden bağlı olan kullar bunun dışındadır.
       129. Ve geriden gelen herkesin zihninde onunla ilişkin de (örnek) bir hatıra bıraktık:
       130. “İlyas’a ve o’nun yolundan gidenlere selâm olsun!”
       131-132. İşte biz güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o bizim mü’min kullarımızdandı.
       133. Şüphesiz Lût da resullerdendi.
       134-135-136. Hani geride kalan yaşlı bir kadın (Lût’un karısı) hariç, onu ve bütün ailesini kurtarmıştık, sonra geride kalan (ahlaksız inkârcı)ları (isyanları yüzünden) yerle bir etmiştik.
       137-138. Doğrusu siz (yolculuklarınız sırasında), onlar(ın harap olmuş yurtların)a hem sabahleyin hem de akşamleyin uğrayıp duruyorsunuz. (Onların bu durumundan) aklınızı kullanarak ders almayacak mısınız?

       Her iki ayette de geçen “ticaret yolu”, Kuzeydoğusunda Sodom ve Medyen bulunan Ölü Deniz’in kıyısını izleyerek kuzeye, Suriye’ye doğru uzanan Kuzey Hicaz’daki bir yoldur. Bu yolun varlığı Amerikan Doğu Araştırmaları Okulu (New Haven, Connecticut) tarafından yayımlanan hava fotoğraflarıyla doğrulanmıştır.

       139. Şüphesiz Yunus da resullerdendi.
       140-141-142. Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti de gemidekilerle kura çekmişti ve kaybedenlerden olmuştu. (O, sahibinden izinsiz kaçan benim diyerek) kınanmış bir halde (kendisini denize atmış) iken balık onu hemen yutmuştu.
       143-144. Eğer o, Allah’ın sınırsız şanını yüceltenlerden (tevbe edenlerden) olmasaydı, onun karnında insanların diriltilecekleri güne kadar kalacaktı. Bkz. 21/87, 68/48

       “Onun karnında insanların diriltilecekleri güne kadar kalacaktı” ifadesi, bir daha geri dönmeyecekti ve orada ruhu kabzedilecekti anlamı taşımaktadır. Yoksa kıyamet kopana kadar balığın karnında kalacaktı demek değildir.

       145. Derken biz onu baygın ve bitkin bir halde ıssız bir sahile çıkardık.
       146. Ve üzerine (gölge yapması için orada), kabak türünden geniş yapraklı bir nebat bitirdik.
       147. Biz onu (bir kez daha) yüz bin hatta gittikçe daha da artan halkına (elçi olarak) gönderdik.

       Hz. Yunus, Hz. Yakub’un oğlu Bünyamin’in kabilesindedir. Hz. Süleyman’dan sonra kendi kavmine peygamber olarak gönderilmiştir. Hz. Yunus’un, peygamber olarak gönderildiği yerin, Musul’da kalabalık bir nüfusa sahip Ninova Şehri olduğu söylenmektedir. Kendisini balık yuttuğu için Zinnûn ve Sâhib-i Hût adlarıyla da anılmaktadır.

       148. Nihayet onlar iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik.
       149. (Ey Muhammed!) Onlara sor: “Kız çocukları Rabbinin de erkek çocukları onların mı?”
       150. Yoksa biz, melekleri dişi olarak yarattık da onlar buna şahit mi oldular?
       151-152. Dikkat edin! Onlar, iftiralarının bir eseri olarak: “Allah çocuk doğurdu” diyorlar. Onlar, hiç şüphesiz yalancıdırlar.
       153. (Yoksa Allah) kızları erkeklere tercih mi etti?
       154. Size ne oluyor? Nasıl böyle (çirkin) hükümler veriyordunuz?
       155. Hiç düşünmüyor musunuz?
       156. Yoksa elinizde apaçık bir deliliniz, dayanağınız mı var?
       157. Eğer doğru söylüyorsanız, getirin (Allah’tan gelmiş olması gereken) kitabınızı/dayanağınızı!
       158. Allah’la cinler arasında soy bağı uydurdular. Andolsun cinler de kendilerinin (insanlar gibi) hesap yerine götürüleceklerini biliyorlar.
       159. Hâşâ! Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan uzaktır.
       160. Allah’a gönülden bağlı olan kullar, bunların yaptıklarından uzaktır.
       161-162. (Ey inkârcılar!) Artık siz de tapmakta olduklarınız da kimseyi Allah’a karşı kandırıp yoldan çıkaramazsınız.
       163. Siz ancak cehenneme girecek kişiyi (azdırabilirsiniz).
       164. (Allah’ın kızları olduklarını iddia ettikleri melekler derler ki:) “Bizim her birimiz için belli bir makam (görev yeri) vardır.
       165. Biz orada saflar halinde duranlarız.
       166. Bizler elbette O’nun sınırsız şanını yüceltenleriz.”
       167-168-169. İnkârcılar (kendilerine kitap ve peygamber gelmeden önce) şöyle deyip duruyorlardı: “Eğer yanımızda öncekilerden bir zikir (kitap) bulunmuş olsaydı elbette biz de Allah’ın temiz kulları olurduk.”
       170. Fakat (kitap gelince) onu inkâr ettiler. Yakında (sonlarının ne olacağını) bilecekler.
       171. Andolsun ki, resul olarak gönderdiğimiz kullarımız hakkında bizim bir sözümüz vardır (O da):
       173. “Onlara mutlaka yardım edilecektir.”
       173. “Muhakkak ki bizim ordularımız galip gelecektir.” Bkz. 58/21
       174. O hâlde, bir süreye kadar onlardan uzak dur!
       175. Onları gözle! Yakında (başlarına nelerin geleceğini) görecekler.
       176. Azabımızın çabucak gelmesini mi istiyorlar?
       177. Fakat o (azap) bir kez başlarına geldiğinde, uyarılmış olanların uyanması kötü olacaktır!
       178. Sen bir süreye kadar onlardan uzak dur!
       179. (Onları) gözle! Yakında (başlarına nelerin geleceğini) görecekler.
       180. Kudret ve izzet sahibi Rabbin, insanların her türlü tasavvurunun üstünde bir yüceliğe sahiptir.
       181. Selam olsun O’nun bütün elçilerine!
       182. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a da hamd olsun!