Hadid suresi, Medine döneminde inmiş olup 29 ayettir. Sure adını 25. ayette geçen ve “demir” anlamına gelen “Hadid” kelimesinden almıştır. Sûrede Allah’ın hükümranlığının büyüklüğü, kudretinin ve ilminin genişliği dile getirildikten sonra insanlar kendilerini imana davet eden ve hidayete götürmek isteyen Peygamberin davetine uymaya çağrılıyor. Dünya malının emanet olduğuna işaret edilerek infakın gerekliliği üzerinde durulan sûrede Allah yolunda infak etmenin O’na güzel bir borç vermek gibi olduğu vurgulanıyor. Her şeyin Allah’tan geldiği, dolayısıyla insanların kaybettiklerine üzülmemeleri, elde ettikleriyle de şımarmamaları gerektiği ifade ediliyor. Müslümanların zarar görmelerini ya da herhangi bir felâkete uğramalarını dört gözle bekleyen erkek ve kadın münafıkların âhiretteki acıklı durumları tasvir ediliyor. Hem insanlara çeşitli faydalar sağlayan hem de güç sembolü olan demirin nimet olarak yaratıldığından söz edilen sûrede hakkın ve adaletin ayakta durmasını sağlamak isteyenlerin gayelerini gerçekleştirebilmek için de demirle sembolize edilen maddî güce sahip olmalarına işaret ediliyor. Müslümanların ilâhî emirlere uyup imanda sebat gösterdikleri takdirde Allah’ın kendilerine yardım edeceği ve yollarını aydınlatacağı müjdeleniyor.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
1. Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ı tesbih etmektedir (O’nun verdiği vazifeyi icra ederek O’na karşı sorumluluğunu yerine getirmektedir). O, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
2. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’na aittir. Hayat veren de öldüren de O’dur. O’nun gücü her şeye yeter. Bkz. 3/189, 4/126, 5/120, 24/42, 85/9
3. O, Evveldir (başlangıcı olmayandır) ve Âhirdir (sonu olmayan, ebedi olandır). Zahirdir (varlığı fiillerinin etki ve sonuçlarından bilinendir). Batındır (zatının hakikati ve mahiyeti gizli olup duyularla kavranamayan ve gözlerle görünemeyendir). O, her şeyi en güzel biçimde bilendir.
4. O, gökleri ve yeri altı evrede yaratmış, sonra da yarattığı her şeyin kanununu koyarak onlar üzerinde egemenlik kurmuştur. O, hem toprağa giren ve ondan çıkan her şeyi, hem de gökten inen ve ona yükselenleri bilir. Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir ve Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. Bkz. 32/4, 5; 34/2 ve dipnotu.
“Eyyam” terimine gün değil de evre manası verdik. Çünkü bizim bildiğimiz gün değil de günler yerkürenin kendi ekseni etrafında ve güneş çevresinde dönmesinden meydana gelen izdüşümleridir ki bu güneşin ve yeryüzünün yaratılmasından sonra ortaya çıkmıştır. Çağlar ise, başı ve sonu belli olan zaman parçalarıdır ki bunları da günler oluşturur.
“Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir” ifadesi hem yapılan bütün fiilleri Allah’ın gördüğü anlamına gelir hem de Allah’ın desteğinin, rahmetinin, koruyuculuğunun sürekli bizimle olduğu anlamına gelir ki bu insan için çok büyük bir lütuftur. Nitekim bu yakınlığı ifade eden Kur’an’da daha pek çok âyet bulunmaktadır. Bunlardan sadece birkaç tanesi: “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki) gerçekten ben (onlara) yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına cevap veririm…” (Bakara 2/187) “… Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer (kişinin yöneleceği istikamete göre kalbini o tarafa çevirir ve eğilimlerini yönetir) …” (Enfal 8/24) “… Biz ona şah (can) damarından daha yakınız.” (Kâf 50/16) “Biz ona (insana) sizden daha yakınız. Fakat siz (bizi) göremezsiniz.” (Vakia 56/85) Bu âyetlere baktığımız zaman sormadan edemiyoruz: “İnsan, Allah kendisine bu kadar yakınken hangi cüretle ve akılla Allah’tan başkalarına sığınır, onlardan yardım talebinde bulunur? Allah’ın sınırsız gücüne dayanıp sığınmak varken, ne diye aciz, zavallıları putlaştırarak onlardan medet umar? Üstelik böyle yaparak dünyasını da ahiretini de tehlikeye atar.
5. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’na aittir. Her işin sonu Allah’a varır.
6. O, gündüzü kısaltarak geceyi uzatır ve geceyi kısaltarak da gündüzü uzatır. Ve O, kalplerde olanı eksiksiz bilir.
7. Allah’a ve Resulüne inanın ve O’nun size emanet olarak tevdi ettiği şeylerden başkaları için harcayın. Çünkü sizden iman edip de (Allah yolunda) sınırsızca harcayanlar büyük bir mükâfat göreceklerdir.
8. Size ne oluyor ki, Rabbinize iman etmeniz için Peygamber, sizi davet ettiği halde Allah’a iman etmiyorsunuz? Hâlbuki O, sizden kesin söz almıştı. Eğer cidden mü’min olmak istiyorsanız (sözünüze durun ve bu davete olumlu cevap verin)! Bkz. 5/7 ve dipnotu, 7/172 ve dipnotu
9. O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kulu (Muhammed’)e apaçık ayetler indirendir. Şüphesiz Allah, size karşı çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Bkz. 2/257, 14/1
10. Ve size ne oluyor ki Allah yolunda har-cama yapmıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası (mülkü) Allah’ındır. İçinizden, zaferden (Mekke’nin fethinden) önce (Allah yolunda) harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) bir olmaz. Onların derecesi daha sonra mal harcayıp savaşanların derecesinden daha üstündür. Bununla birlikte Allah her iki gruba da en güzel ödülü vaad etmiştir. Allah yaptıklarınızdan bütünüyle haberdardır. Bkz. 4/95
11. Kim Allah’a güzel bir ödünç verirse (malını Allah için harcarsa), Allah bunu kendisi için katlayarak artırır. Böyle birisi için ayrıca onur verici bir de ödül vardır. Bkz. 2/245, 57/11, 18, 73/20
“Kim Allah’a güzel bir ödünç verirse” ifadesi, sırf yardım maksadıyla, mali yükümlülüklerin dışında, Allah’ın verdikleriyle O’nun yolunda cihad edenlere ya da maddi sıkıntı içinde bulunanlara herhangi bir menfaat gözetmeden Allah rızası için karşılıksız yardımda bulunanlara işaret etmektedir. Bu cümle; “Allah için verilenin karşılığı alınacak” demektir. Çünkü borç, geri verilmek üzere alınan şeydir. İlginçtir ki; Allah her şeyin sahibi olarak pek çok nimeti lütfuyla insana emanet ediyor fakat emanet ettiklerinden infak edildiği taktirde bunu kendisine borç verilmiş olarak kabul ediyor. Teşbihte (temsilde) hata yoktur. “Birisine para emanet etmişsiniz, ondan sonra emanet ettiğiniz paranın tamamını almak yerine bir kısmını ödünç olarak geri istiyorsunuz.” İşte insanın sahip olabileceği en büyük erdemlerden bir tanesi budur. Allah’ın yardımının ve yakınlığının sonsuzluğunu ortaya koyan “ödünç verme gerçeği” O’nun ne kadar hoşgörülü, merhametli, lütufkâr olduğunu göstermektedir. Burada Allah âdeta kulunu cennete varis kılmak için bütün kapıları ardına kadar açıyor. Yoksa bizim gibi aciz kulların Rabbimize borç vermesi söz konusu olamaz!
12. Mü’min erkeklerle mü’min kadınların (iman ve iyi amelleriyle kazandıkları) nurlarının, önlerinden ve sağlarından (aydınlatıp) gitmekte olduğunu göreceğin gün kendilerine şöyle denir: “Bugün size müjdelenen şey içlerinden ırmaklar akan, yerleşip mesken edineceğiniz cennetlerdir.” İşte bu, büyük bir kurtuluştur.
13. O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar iman edenlere şöyle diyecekler: “Bize bakın da sizin nurunuzdan (ışığınızdan) istifade edelim!” Onlara: “Arkanıza (dünyaya) dönün de (burası için bir) nur arayın!” denilecek. Derken aralarına kapısı olan bir duvar çekilecek. Bu duvarın, (münafıklar pişmanlık içinde mü’minleri izleyecekleri) bir kapısı olup, onun (mü’minlerin bulunduğu) iç tarafında rahmet, (münafıkların bulunduğu) dış tarafında ise azap vardır. Bkz. 7/46
14. (Münafıklar) mü’minlere şöyle seslenecekler: “Biz de (dünyada) sizinle beraber değil miydik?” (Mü’minler de) diyecekler ki: “Evet, fakat sizler (münafıklık ederek) kendinize yazık ettiniz. Başımıza musibetler gelmesini gözlediniz, daima şüphe içinde yaşadınız. Allah’ın (ölüm) emri gelinceye kadar kuruntular sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında da sizi yanılttı.” Bkz. 31/33, 35/5, 83/29-35
15. (Ey münafıklar!) Bugün ne sizden ve ne de inkârcılardan (kurtuluş için) fidye kabul edilmez. (Yaptıklarınız yüzünden) varacağınız yer cehennem ateşidir. Size layık olan da odur. Orası varılacak ne kötü bir yerdir!
16. Allah’tan gelen öğütlerin ve O’nun indirdiği gerçeğin (Kur’an’ın) etkisi ile mü’minlerin kalplerinin yumuşayacağı, ürpereceği gün hâlâ gelmedi mi? (Mü’minler) daha önce kendilerine kutsal kitap verilenler gibi olmasınlar. Uzun zaman geçince onların kalpleri katılaştı ve çoğu yoldan çıkmış kimseler oldu.
Hicretten sonra bazı mü’minler, refah seviyelerini yükseltmek ve daha rahat yaşamak için ticarete yoğunlaşmaya başlamışlardı. Öyle ki infak etmekte cimrilik ediyorlar, namazlara bile zar zor gidiyorlardı. Oysa inandıkları dava devamlı fedakârlık istiyordu onlardan. Zira Kur’an gerçek mü’mini tarif ederken çok farklı nitelikler ortaya koyuyordu: “(O mü’minler) kendilerine verdiğimiz Kitaba (Kur’an’a) hakkıyla uyanlardır…” (Bakara 2/121) “Mü’minler, ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, Allah’ın ayetleri kendilerine okunduğu zaman imanları artar/kuvvetlenir ve (her işlerinde) Rablerine güvenip dayanırlar.” (Enfal 8/2) “Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen her türlü sıkıntıya göğüs geren, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah rızası için hayır yolunda) harcayanlardır.” (Hac 22/35) İlgili ayetle, inananların bu derece rahat ve sorumsuz yaşamaları yeriliyor ve yaşamlarının Yahudi ve Hıristiyanların geçmişte kitaplarıyla çelişen hayatları gibi olmaması gerektiği vurgulanıyor.
17. Bilesiniz ki; Allah (nasıl) ölümünden sonra yeryüzüne hayat veriyorsa, (katılaşmış kalplere de aynı o şekilde hayat verebilir). Apaçık gerçekleri böyle (misallerle) açıklıyoruz ki, aklınızı kullana(rak ölmeye yüz tutmuş kalplerinizi canlandıra)sınız.
18. Gerçek şu ki, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ile çıkar amacı gütmeksizin gönüllü olarak Allah’a ödünç verenler (O’nun rızası için dünyalık varlıklarla cennet nimetlerini barter yapanlar) var ya; işte onlar verdiklerini kat kat fazlasıyla geri alacaklardır. Onlar için (ayrıca) onurlandırıcı bir de ödül vardır. Bkz. 2/245, 57/11, 73/20
19. Allah’a ve resullerine gerçekten inananlar var ya; işte onlar hem özü sözü doğru olanlar hem de Allah’ın huzurunda tanık olacak olanlardır (Allah’a verdikleri sözde duranlar ve hayatlarıyla gerçeğe şahitlik edenler olarak muamele göreceklerdir). Onların hem mükâfatları hem de nurları vardır. Ama inkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar da cehennemliklerdir. Bkz. 24/35-36, 39/22
20. İyi bilin ki dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür, kendi aranızda karşılıklı övünmedir, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır. Tıpkı o yağmura benzer ki bitirdiği ürün, çiftçilerin hoşuna gider, ama sonra kurur, sen onu sapsarı görürsün, sonra da çerçöp haline gelir. (İşte dünya hayatı da böyledir. Kuruyup çerçöp olan nebatat gibi sonu gelecektir.) Âhirette inkârcılar için (yaptıkları yüzünden) şiddetli bir azap, mü’minler için ise Rableri tarafından bir bağışlanma ve hoşnutluk vardır. Evet, dünya hayatı aldatıcı bir hazdan başka bir şey değildir. Bkz. 10/24, 18/45, 38/27, 39/21
Ayetin ilk cümlesi; dünya hayatını hiçe saymak ya da küçümsemek olarak asla anlaşılmamalıdır. “Dünya hayatı, yalnızca bir oyunun, eğlencenin, çoluk-çocuk sahibi olma zevkinin, aranızda itibar kazanma ve övünme vesilesinin, servet-makam-mevki sahibi olma yarışının yapıldığı bir yerdir. Buna göre dikkatli olun ve aklınızı işletin. Bütün bunlar Allah’la aranızı açmasın, ahiretinizi mahvetmesin” demektir. Sâd 38/27 ayetinde “Biz göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boşuna yaratmadık” buyrularak dünya ve ahiret dengesini sağlama konusunda insanların daha bilinçli olmaları gerektiğine dikkat çekiliyor.
21. (O halde dünyaya kendinizi kaptırmadan) Rabbinizden bir bağışlanmaya ve Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanmış, yerle gök arası kadar geniş olan cennete (girmek için) yarışın (koşuşun/koşuşturun)! İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine (faydalı amellerinden dolayı) verir (yeter ki siz dileyin ve gereklerini yerine getirin). Allah, büyük lütuf sahibidir. Bkz. 3/133
22. Gerek yeryüzünde (kıtlık, kuraklık ve deprem gibi) görülen, gerekse (hastalık, koru ve açlık gibi) başınıza gelen her musibet tarafımızdan yaratılmadan önce kesinlikle bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) belirlenmiş (Allah tarafından bilinmiş)tir. Şüphesiz bu ayrıntılı planlama Allah için kolay bir iştir. Bkz. 20/9
Başa gelen her musibetin Allah tarafından bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) belirlenmiş olması, o musibetin daha önceden Allah tarafından bilinmiş olması demektir. Yani Allah’ın iradesi ve bilgisi olmadan hiçbir hadisenin vuku bulması mümkün değildir. Yoksa insan önüne konan oyunu oynayan aktör ya da aktris değildir. Allah’ın bilgisi dahilinde, cüz’i iradesiyle gerçekleştirdiği fiillerle hayat filmini oluşturan ve ona göre âhiret hayatını şekillendirecek olan akıllı bir varlıktır insan.
23. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık). Allah, kendini beğenip şımaran hiç kimseyi sevmez.
Ayetin son cümlesi Allah’ın sevgisine mazhar olup olmadığımızı görmek konusunda önemli bir tespit ortaya koyuyor. Yani diyor ki; “Eğer kendinizi üstün görüp başkalarını küçümsüyorsanız, Allah’ın verdiği nimetlerle olgunlaşmanız gerekirken şımarıyorsanız biliniz ki Allah sizi sevmiyor. Allah’ın sevmediği bir kişi olmak istemiyorsanız kendinizle övünerek başkalarını küçük görmeyin ve paylaşmanız gereken nimetleri sahiplerine teslim etmek yerine onları kendiniz kullanarak şımarmayın!”
24. Onlar hem kendileri cimrice davranırlar hem de başkalarına cimri olmayı önerirler. Kim hayır yapmaktan kaçınırsa bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir (kimsenin yapacağı hayra, vereceği sadakaya ihtiyacı yoktur, aksine her varlık O’na muhtaçtır) ve O, övgüye (en) layık olandır.
25. Andolsun, biz resullerimizi apaçık delillerle/kanıtlarla gönderdik ve beraberlerinde kitaplar indirdik ve insanlar arasında adaleti ve hukukun üstünlüğünü sağlayacak değer ölçüleri koyduk. Ayrıca insanlar için çok faydaları bulunan ve güçlü bir madde olan demiri indirdik (yarattık ki insanlar ondan yararlansın). Böylece Allah, Kendisini görmedikleri halde hem Kendi davasına hem de resullerine yardım edenleri ortaya çıkarsın. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, her işte üstün ve mutlak galiptir.
Ayette, “haleknâ” ya da “cealnâ” fiili yerine “indirdik” anlamına gelen “enzelnâ” terimi kullanılıyor. Bunun bir benzeri Zümer suresinin 39/6. ayetinde geçiyor “Sizin için hayvanlardan sekiz çift (indirdi) yarattı. Her iki ayette de bu deyimler ayetlerin anlam akışına uyarak nesneleri yaratmada Allah’ın iradesine ve planına işaret ediyor.
Âyette “demir” in gücüne ve faydalarına vurgu yapılarak ehemmiyetli bir metal olduğu anlatılmaktadır. Bilindiği gibi demir, tüm metaller içinde en çok kullanılan ve dünyada üretilen metallerin ağırlıkça %95′ini oluşturan bir maddedir. Demirin ilk kullanımı, mızrak uçları, bıçak ve süs eşyası şeklinde olup Sümerlere ve eski Mısırlılara, MÖ yaklaşık 4000’li yıllara kadar dayanır. Demir, sadece inşaat sektöründe ve kap-kacakta değil, aynı zamanda, insanın, makineyi insan varoluşunun temeli sayan ve insanın fıtratı ile bağlantılarını koparan yüksek teknolojinin gelişmesinde de kendini gösterir. Ve modern hayattaki bu makineleşme süreci, cemiyetteki manevî ve ahlakî değerlerin yozlaşmasına sebep olur. Kur’an, insanı bu tehlikeye karşı uyarmak için, yanlış kullanıldığı takdirde “demir” in taşıdığı potansiyel kötülüğe dikkat çekerek, insanın “demir” i kullanarak bireysel ve sosyal mutluluk alanlarını yok etmesine yol açacak girişimlerden uzak durması ve ondan mutlaka hayır yolunda faydalanması gerektiğini anlatmaktadır.
26. Andolsun, biz Nuh’u ve İbrahim’i resul olarak gönderdik. Nebiliği ve kitabı onların soylarına da verdik. Onlardan kimi doğru yola ermiş, içlerinden çokları da doğru yoldan çıkıp sapmıştır.
27. Sonra bunların ardından peş peşe resullerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. (Kendiliklerinden) icat ettikleri ruhbanca riyazete (aşırı sofuluğa) gelince, biz onlara bunu emretmedik. Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla onu kendileri uydurdu. Ama sonra ona da gerektiği gibi uymadılar (teslis inancına ve riyakârlığa saptılar). Biz de içlerinden iman edenlere karşılığını verdik, fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardı.
“Ruhbanlık”, semavi dinlerde yeri olmayan, Hıristiyan din adamlarının icat ettiği bir anlayış ve yaşayış tarzıdır. Ruhbanlıkta, insanlar riyazete çekilerek dünyevi zevkleri terk eder ve ruhu yüceltmek maksadıyla kendilerini sadece ibadete verirler. Böylece Allah’ın dini yerine kendilerinden istenmeyen adeta Allah’a yaranma dini uydururlar. Günümüzde maalesef daha çok tasavvuf ekolleri insanlara bu hayatı tavsiye edip özendirmektedirler. Oysa İslâm’da insanın dünyadan el etek çekmesi ve dünyadaki ilahi nimetlerden uzak durması diye bir şey yoktur. Dünyada yaşayan insan, dünyanın şartlarına uymalı, hayatın gereklerini yerine getirmeli, çalışmalı, çalışmayı ibadete dönüştürmeli, mücadele vermeli, mücadeleyi hayat olarak görmeli, zorluklarla boğuşarak sabretmesini öğrenmeli ve kemale ermeli, Allah’ın helal kıldığı nimetlerden istifade ederek kulluğunu ortaya koymalıdır.
28. Ey inananlar! Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varın ve O’nun resullerine inanın ki O, size rahmetinden iki hisse versin, ayrıca sizin için aydınlığında yol alacağınız bir nur var etsin ve sizi bağışlasın. Zira Allah, günahları çok bağışlayandır, (bilhassa mü’min kullarına karşı) merhameti bol olandır.
29. Böylece kitap ehli (Yahudiler ve Hristiyanlar) bilsinler ki, Allah’ın lütfu onların tekellerinde değildir. Lütuf bütünüyle Allah’ın yetkisindedir, takdirindedir. O, onu dilediğine verir. Çünkü Allah, büyük lütuf sahibidir