Ahzab suresi, Medine döneminde inmiş olup 73 ayettir. Sure adını 20 ve 22. ayetlerde geçen ve “Gruplar” anlamına gelen “Ahzab” kelimesinden almıştır. “Ahzab” “Hizb” kelimesinin çoğuludur. “Hizb” topluluk, grup, parti anlamlarına gelmektedir. Sûrede Hz. Peygamberin, kâfirlerin ve münafıkların dedikodularına değil, Allah’tan gelen vahye uyması, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşaması ve sadece O’na güvenmesi emrediliyor. Hz. Peygamberin mü’minlerin canlarından daha önce geldiği ve onun eşlerinin inananların anneleri durumunda olduğu anlatılıyor ve Müslümanların dost ve kardeş oldukları, birbirlerine karşı eşit ve aynı haklara sahip bulundukları ancak akraba olanların miras hususunda muhacirlerden ve Ensar’dan daha yakın olduğu belirtiliyor. Sûrede müttefik düşman kuvvetlerin Medine’ye hücumu, buna karşı münafıklarla korkakların tavrı ve müminlerin bu savaşla imtihan edilmeleri dile getiriliyor. Hz. Peygamberin örnek aile hayatının ortaya konduğu sûrede Hendek Savaşından sonra iktisadî durumları düzelen Müslümanların refah seviyelerini yükselttiklerini gören Peygamber hanımlarının bu refahtan nasiplerini almak istemeleri üzerine Hz. Peygamberin onları boşayıp istedikleri şeyleri kendilerine verebileceği belirtiliyor. Hz. Peygamberin Zeynep ile evlenmesinin ve bu evlilikten elde edilen sonuçların anlatıldığı sûrede müminlerin evlâtlıklarının boşadığı kadınlarla evlenebileceği anlatılıyor. Hz. Peygamber’in yalnızca iman ve ibadet konularında değil, aile hayatında ve sosyal ilişkilerde de örnek bir şahsiyet olduğuna işaret ediliyor. Sûrede mü’minlere, Hz. Mûsâ’yı üzen Yahudilerle münafıklara benzememeleri, Allah’ın emirlerine uygun yaşamaları ve her zaman doğruyu konuşmaları emrediliyor.
Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla
1. Ey Nebi! Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşa! İnkârcıların ve münafıklar(ın dedikoduları)a uyma! Şüphesiz Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
2. Rabbinden sana vahyolunana uy! Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
3. (Sadece) Allah’a güven! (Bil ki) koruyucu olarak Allah yeter.
4. Allah hiç kimseye tek bedende iki kalp yaratmamıştır. (Aynen böyle) kendilerine zihâr yaptığınız (vücutlarını annelerinizin vücudu gibi haram saydığınız) eşlerinizi de hiçbir zaman sizin gerçek anneleriniz kılmamış ve evlatlıklarınızı da sizin gerçek çocuklarınız saymamıştır. Bunlar ağızlarınızla söylediğiniz boş ve anlamsız sözlerden ibarettir. Allah (mutlak) doğruyu söyler ve (size) doğru yolu ancak O gösterir.
“Allah hiç kimseye tek bedende iki kalp yaratmamıştır” ifadesi, kalplerin sadece Allah’a has kılınması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bir kalpte hem Allah sevgisi hem dünya tutkusu hem Allah’a itaat hem şeytana bağlılık olamaz. İnsan dünyalık evleri bile iki ayrı kişiye kiraya veremezken kalbini nasıl aynı anda hem Allah’a hem şeytana tahsis edebilir?
“Zıhar”, bir kimsenin eşine “Sen, bana anamın sırtı gibisin” demek suretiyle onu kendisine haram kılması demektir. İslam öncesi Arap geleneğine göre koca, eşini, sadece “Sen benim için artık annemin sırtı gibisin” demek suretiyle boşayabiliyordu. Müşrik Arap toplumunda bu boşama şekli kesin ve geri dönülmez görülürdü; üstelik bu şekilde boşanan kadın yeniden evlenemez ve ölünceye kadar eski kocasının kontrolünde kalmaya mahkûm olurdu. Bu ayet, cahiliye döneminden kalan bu tip saçmalıklara son vermiştir.
5. (Evlatlık aldığınız çocuklara gelince:) Onları (gerçek) babalarına nispet ederek çağırın. Bu, Allah katında daha (doğru ve) adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Onları çağırma konusunda farkına varmadan düşebileceğiniz hatalardan dolayı size bir vebal yoktur. Fakat kasten yaptığınız şeylerde size günah vardır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Böyle yaparak onların soylarını ve gerçek kimliklerini koruyun ve kişiliklerini rencide etmeyin! Yani, evlatlıklarınızla aidiyetlerini ve neseplerini gizleyerek ilişki kurmaya çalışmayın!
6. Nebi, mü’minlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de müminlerin analarıdır. Akraba olanlar miras hususunda Allah’ın kitabına göre birbirlerine muhacirlerden ve Ensar’dan daha yakındır. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. Bunlar kitapta yazılmıştır.
Bu ayet inmeden önce birbirlerini kardeş edinen Ensar ile Muhacirler yani Mekke’den hicret eden Müslümanlarla Medine’de onlara yardımcı olan ve birçok şeylerini onlarla paylaşan mü’minler birbirlerine mirasçı oluyorlardı. Bu ayetin gelmesiyle bu uygulamaya son verilmiş, mirasın sadece kan bağı olanların birbirleri arasında olması gerektiğini ortaya koymuştur.
7-8. Hani Biz (verdiğimiz elçilik görevini yapmak hususunda) bir zamanlar nebilerden söz almıştık. Senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan. Evet, biz, onlardan sapa sağlam bir söz aldık ki vakti gelince (Allah), hepsine bu görevlerini sadakatle yerine getirip getirmediklerini sorsun! Gerçekleri örtbas eden inkârcılara ise korkunç bir azap hazırlanmıştır.
9. Ey inananlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın! Hani (Hendek savaşında sizi yok etmek için düşman) ordular size gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
İlgili ayet, inananlara Hendek gününü hatırlatıyor. Hicretin beşinci yılında Kureyşliler, Gatafanoğulları, Kurayza ve Nadir Yahudileri müttefik bir ordu kurup Medine’yi kuşatmışlardı. İnananlar düşmana karşı koyacak güce sahip değildi. Düşmanın Medine’ye girmesini önlemek için şehrin stratejik bir yerine hendek kazmışlardı. İslam ordusunun çaresiz kaldığı böyle bir zamanda esen şiddetli bir rüzgârla savrulan toprak ve kumlar düşman birliklerini perişan etmişti. Ayrıca düşmanı püskürtmek ve inananların imanını ve sabrını artırmak için melekler yardıma gelmişti. Yaklaşık bir ay süren karşılıklı ok atışları sonrasında kuşatmanın etkisiz olması ve müşriklerinin yiyecek stoklarının bitmesi neticesinde, soğuk ve fırtınanın da etkisiyle müşrikler gerisin geri kaçmaya başladılar. Allah, bu ve bundan sonraki ayetlerle verdiği desteği hatırlatarak inananların ellerinden geleni yaptıktan sonra sabretmesini ve Allah’a güvenmesini istiyor.
10. Onlar yukarıdan (vadinin doğusundan) ve aşağıdan (vadinin batısından) üzerinize geldiklerinde ve gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti. Allah hakkında (yardım edip etmeyeceğine dair türlü) zanlarda bulunuyordunuz!
11. İşte orada müminler imtihan edilmişler ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmışlardı.
12. Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar (birbirlerine): “Allah ve Resulü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar” diyorlardı.
13. Ve (hatırla) içlerinden bazısı: “Ey Yesribliler (Medineliler)! Burada düşmana karşı koyamazsınız, mevzilerinizi bırakıp evlerinize dönünüz!” diyordu. Onlardan bir başka bölük: “Evlerimiz korunmasız!” diyerek nebiden izin istiyordu. Hâlbuki gerçekte evleri tehlikeye maruz değildi, onlar sadece savaştan kaçmak istiyorlardı.
Müslümanların tarafında savaşan münafıklar, sürekli bahaneler uydurarak cepheden çekilmek istiyordu. Aslında onların maksadı, böyle kritik bir zamanda ordudan ayrılarak İslam ordusunu zayıf duruma düşürmek ve Müslümanlara yenilgi yaşatmaktı. Allah, gönderdiği bu âyetle münafıkların durumunu peygamberine haber veriyor.
Münafıkların bu tavrı Müslümanların moralini bozamamış, aksine gayretlerini daha da artırmıştı. Çünkü eninde sonunda Allah’ın yardımıyla galip geleceklerine inanıyorlardı. Onlara göre zamanın uzamasının mutlaka kavrayamadıkları bir hikmeti vardı. Sıkıntısız netice almanın mümkün olmayacağını ama Allah yolunda çekilen sıkıntıların kendileri için bereket olacağını biliyorlardı. Ancak diğer savaşlarda olduğu gibi bu savaşta da Müslümanlar şiddetli bir sarsıntıyla ciddi bir imtihandan geçmişti.
14. Eğer Medine’nin etrafından üzerlerine gelinseydi, sonra da (düşman tarafından) kendilerinden kent içinde fitne çıkarmaları istenseydi, (münafıklar) hiç tereddüt etmeden bunu yapacaklardı.
15. Hâlbuki onlar, daha önce (Müslümanlarla birlikte savaşacaklarına ve) geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. (Ama unutmasınlar ki) Allah’a verilen sözün hesabı mutlaka sorulacaktır.
16. De ki: “Eğer siz ölmekten ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. (Ne kadar yaşarsanız yaşayın zaten) pek az bir süre, (eceliniz gelinceye kadar) hayatta kalmanıza müsaade edilecektir.” Bkz. 2/148, 4/78, 33/16, 62/8
17. De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilese, Allah’tan sizi koruyacak kimdir? Yahut size bir rahmet dilese, buna engel olacak kimdir?” Onlar kendilerine Allah’tan başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.
18-19. Allah içinizden bozgunculuğa meyledip savaştan alıkoyan (münafık)ları ve kardeşlerine: “Bize katılın (savaşa gidip ölmeyin)” diyenleri de elbette biliyor. Zaten bunlardan pek azı dışındakiler savaşa gelmezler. (Savaşa gelseler bile) size karşı pek yardım etmek istemezler ve sizi kıskanırlar. Öte yandan (savaşta) tehlikeyi hissettikleri zaman da sanki ölüm tarafından çepeçevre kuşatılmışlar gibi gözleri dönmüş bir halde sana (yalvarırcasına) baktıklarını görürsün; tehlike geçtiğinde ise, iyiliğe karşı kıskançlık edip sivri ve keskin bir dille size hücum ederler. İşte bunlar inanmamışlardır; Allah da onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır: zira bu Allah için oldukça kolaydır.
20. (Savaştan kaçıp evlerine saklanan bu münafıkların korku yüreklerine öylesine sinmişti ki, Medine’yi kuşatan birleşik) düşman kuvvetlerinin halâ (Medine’den) çekip gitmediklerini sanıyorlardı. Eğer o kuvvetler bir daha geri dönecek olsaydı, (Medine’yi savunmak yerine) gönülden isterler ki, çöldeki bedevîler arasında bulunsunlar ve savaştaki durumunuzla ilgili haberleri uzaktan sorup öğrensinler. Gerçi aranızda bulunmuş olsalardı bile, göstermelik bir iki hareket dışında asla savaşmazlardı.
21. Andolsun ki, sizden Allah’ın rızasını ve ahiretin saadetini arzu eden ve Allah’ı sürekli hatırda tutan (her an O’nunla beraber olduğu bilinciyle hayatına devam eden) kimseler için Allah’ın Resulü pek güzel bir örnektir.
Sünnet, bir hayat tarzını veya davranış biçimini ifade eder. İslam terminolojisinde, kendisine tâbi olanlara bir model (prototip) olan Hz. Peygamber’in hayat tarzı için kullanılmaktadır. Ayette, Allah’ın rızasını kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenlere, ömrünün hemen her karesini çile ve ıstıraplarla geçiren Hz. Muhammed’in sarsılmayan imanını, çalışkanlığını, dürüstlüğünü, cesaretini, cömertliğini, sabrını ve kararlılığını, tertemiz ahlakını, fedakârlığını, kısaca bir hayat boyu yaşadığı kulluğunu örnek almaları tavsiye ediliyor. Bu tavsiye, kendine özgü koşullarda o günün inananlarına seslendiği halde, aslında bütün durumlar ve şartlar için geçerli olan zamanlar üstü bir muhtevaya sahiptir. Çünkü Kur’an 23 yıllık peygamberlik süresi içinde farklı zamanlarda, farklı şartlara ve sebeplere bağlı olarak inmiş olup kıyamete kadar yaşanacak olan hadiselere akılla uzlaşarak cevap verecek bir özelliktedir. İşte bu hadiseler bu özelliğin bir parçasıdır. Ayette geçen “güzel bir örnek vardır” ifadesi, İslamî yaşam konusunda onun hayatının tümünü kapsamaktadır. Yani “onun hayatı sizin için güzel bir örnektir. Onun gibi yaşarsanız iyi bir mü’min, faydalı bir kul, erdemli bir insan olursunuz” demektir. Bu ayet, aynı zamanda Hz. Peygamber’in, Allah’tan aldığı vahiy ile Kur’an mesajını yaşanılır kılmak ve inananların onu pratik hayatta uygulayabilmelerini sağlamak amacıyla verdiği emirleri her Müslümanın yerine getirme yükümlülüğünü de ortaya koymaktadır.
Ancak bu ayet bağlamından koparılarak Hz. Muhammed’i putlaştırmak isteyenler tarafından maalesef suiistimal edilmiştir. “Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her türlü kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bakara 2/151) Bunlar, Hz. Peygamberin Kur’an ayetlerini nasıl uyguladığını, bu ayetlerden nasıl hikmet çıkardığını, insanları kötülüklerden nasıl arındırdığını ve Kur’an ahlakıyla nasıl ahlaklandığını düşünmeleri gerekirken, onun kişisel davranışlarını, giysilerini, giyim biçimini, yiyeceğini, içeceğini, saçını sakalını, diş fırçasını, oturuşunu kalkışını, yürüyüşünü, yatışını ve hatta tuvalet adabını taklit etmeyi, kutsallaştırmayı tercih ettiler ve bütün bunları da dinin aslıymış gibi insanlara dayatmaya kalktılar.
22. Mü’minler, (Peygamberin kendilerine önceden haber verdiği düşman) birliklerini görünce: “İşte bu, Allah’ın ve Resulünün bize haber verdiği ve vaatte bulunduğu şeydir. Allah ve Resulü, verdikleri her haber ve yaptıkları her vaatte elbette doğruyu söylerler.” Bu durum, onların (sadece) imanlarını ve teslimiyetlerini arttırmıştır.
23. Mü’minler arasında Allah adına verdikleri söze sadık kalan nice yiğitler vardır. Onlardan kimileri verdiği sözü yerine getirdi (canını imanına şahit tutarak şehit oldu), kimileri de (Allah için savaşmaya devam ederek şehid olmayı) beklemektedir. Onlar (verdikleri sözü) hiçbir şekilde değiştirmediler.
24. Allah, böylece sadık kalanları, doğruluklarına karşılık ödüllendirecek, ikiyüzlüleri de dilerse (yaptıkları yüzünden) azaba uğratacak veya tevbe nasip edip tevbelerini kabul buyuracak. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
25. Allah, (Hendek savaşında) inkârcıları hiçbir şey elde edemeden bütün öfke ve hiddetleri içinde yüzüstü bıraktı. Çünkü Allah’ın yardımı savaşta mü’minlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir.
26. (Allah,) Ehl-i Kitaptan olup da (Hendek savaşında) saldırganlara arka çıkanları da kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. (Öyle ki) siz (onlardan) bir kısmını öldürüyordunuz, bir kısmını ise esir alıyordunuz.
Buradaki “Ehl-i Kitap” o günün Yahudilerinden Kurayzaoğullarıdır. Bu kabile, müşrikler Medine’ye saldıracak olurlarsa İslam ordusunun yanında yer alıp düşmana karşı savaşacaklarına dair Hz. Muhammed’le bir antlaşma yapmışlardı. Ne zamanki müttefik düşman kuvvetleri Medine’yi kuşattı Kurayza oğulları düşmanla iş birliği yaparak onların safına geçti. Hendek savaşının hemen ertesi günü Müslümanlar Medine’ye döner dönmez Hz. Peygamber, Müslümanlarla olan antlaşmalarını bozup hainlik eden Beni Kurayza adlı Yahudi kabilesine savaş ilan etti. Müslümanlar 25 gün kadar bir süre Kurayzalıların kalesini kuşattı. Sonunda kale Müslümanların eline geçerek zafer elde edildi.
27. (Böylece Allah,) sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız topraklara mirasçı yaptı. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
28. Ey nebi! Eşlerine söyle: “Eğer siz (yalnız) bu dünya hayatını ve onun cazibesini istiyorsanız, gelin size istediğinizi (boşanma bedellerinizi) vereyim ve (sonra da) sizi uygun bir şekilde salayım (boşayayım).”
İslamiyet bütün Arabistan’a yayılmış, Müslümanlar biraz daha evlerine çekilme ve dünyalık işlere yoğunlaşma fırsatı bulmuştu. Ayrıca savaş ganimetleri ve zengin tarımsal toprakların ele geçirilmesiyle İslam toplumu daha rahat bir safhaya ulaşmıştı. Böylece inananların iktisadi durumu bir nebze olsun düzelmiş, refah seviyeleri yükselmişti. Bunu fırsat bilen bazı Müslümanlar rahata ermiş, dünyaya ve dünyalıklara yönelmişti. Bu durum, Hz. Muhammed’in eşlerini de etkilemişti. Onlar da diğer Müslüman hanımların yaşadığı rahatlıktan ve bolluktan faydalanarak refah seviyelerini yükseltmek istiyorlardı. Bundan rahatsız olan Hz. Peygamber, her zaman olduğu gibi, kendisi ve ailesinin en sade hayatı sürdürmeleri gerektiğini, Allah’ın Resulü’nün ve ailesinin hayat standardının yoksul müminlerinkinden farklı olmaması icap ettiğini, dolayısıyla eşlerinin bu tarz taleplerinin karşılanmayacağını kendilerine bildirmişti. Bunun üzerine 28 ve 29. ayetler nazil oldu.
29. “Yok, eğer Allah’ı, Resulünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”
30. Ey nebinin hanımları! Sizden kim açık bir edepsizlik yaparsa, onun cezası iki kat olur. Bu Allah için çok kolaydır.
Yani sizler hem peygamberin eşleri olmanız itibariyle sosyal statü bakımından farklısınız hem de mü’minlerin anneleri konumunda bulunmanız açısından örnek hanımlarsınız. Nasıl ki örfe göre kölelere nispetle hür insanlara uygulanan ceza iki katsa sizin cezanız da diğer insanlara göre iki kattır. Zira toplumun itibar ettiği saygın insanların yaptığı yanlış kötü örnek olması bakımından diğer insanları da yanlışa teşvik eder.
31. Fakat hanginiz Allah’a ve Resulüne samimiyetle itaat eder, doğru ve yararlı işler yaparsa onu iki kat ödüllendiririz ve onun için (cennette de) en muhteşem rızıkları hazırlamışızdır.
“Yararlı iş yapanların iki kat ödüllendirilmesi” ifadesi, En’am 6/160 “Kim Allah’a bir iyilikle gelirse ona on katı verilir” ifadesiyle örtüşen bir muhtevaya sahiptir. Ayrıca bu ayet, Nisa 4/85’te “Kim, bir iyiliğe aracılık ederse, kendisi için ondan bir nasip vardır” ayetiyle de destek görmektedir. Çünkü bu ayetten anlıyoruz ki; iyiliğin önünü açan ve iyiliğe destek veren bütün eylemler katlanarak kişinin hesabına kaydedilecektir.
32. Ey nebinin hanımları! Siz, (diğer) kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsanız (namahrem erkeklerle konuşurken) tatlı ve cilveli bir eda ile konuşmayın ki kalbinde (şehvetten arız) hastalık olan kimse (size) arzu duymasın! Daima yerinde ve uygun şekilde konuşun!
Hz. Peygamber’in eşlerine yapılan bu tavsiye aynı zamanda diğer bütün kadınlara yapılmış demektir. Kadınların sadece örtünmeleri yetmiyor, aynı zamanda konuşmaları, davranışları, ilişkileri ve en önemlisi iç dünyaları da vahye uygun olmalıdır. Hiçbir kadın, “onlar peygamberin eşleriydi” deyip kendi vakarını ve onurunu çiğneyemez. Nasıl ki Hz. Muhammed Müslümanlar için bir örnekse onun eşleri de Müslüman kadınlar için öylece birer örnektir. Hayatın İslami olması, Kur’an’la şekillenen bu örneklerin dikkate alınarak pratik hayatta karşılık bulmasına bağlıdır. Ancak bu ayetten kadın sesinin erkeklere tamamen haram olduğu anlamında bir sonuç çıkarmak doğru olmaz.
33. Evlerinizde vakarınızı (ağırbaşlılığınızı) koruyun! Önceki cahiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın! Namazı ikame edin, zekâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin! Ey (Peygamber’in) ev halkı, Allah sizden yalnızca kiri (günahı) gidermek ve sizi (günahlardan) temizlemek istiyor.
Yani “ihtiyaç için dışarı çıkmanız gerektiğinde İslâm öncesi Cahiliye dönemi kadınlarının yaptığı gibi açılıp saçılarak, süslerinizi ve ziynetlerinizi göstererek kırıta kırıta etrafta dolaşmayın!”
34. Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve (O’nun) hikmetini düşünün! Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.
“Allah’ın ayetlerini ve hikmetini düşünmek” Kur’an çalışması yapmak demektir. Bu ayet evlerde günün belli saatlerinde meal çalışması yapılması gerektiğini anlatmaktadır. Yani, “Kur’an çalışması yaparak dininizle tanışın, Allah’ın kanunlarını öğrenin, emir, ilke ve kurallarını görün, yasaklarını bilin. Hayatı nasıl yaşayacağınız ve nasıl erdemli kişi olup cennete varis olacağınızı anlayın!”
35. Şüphe yok ki, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, itaatkâr erkekler ve itaatkâr kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı sürekli hatırda tutan erkekler ve Allah’ı sürekli hatırda tutan kadınlar; işte Allah bunlar için bağış ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
36. Allah ve Resulü bir iş hakkında hüküm verdiği zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadının işlerini kendi isteklerine göre belirleme hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır. Bkz. 3/32 ve dipnotu, 3/132; 8/1, 20, 46 ve dipnotu, 58/13
Hz. Peygamber halasının kızı Zeynep Binti Cahş’ı azatlı kölesi ve evlatlığı olan Hz. Zeyd ile evlendirmek istemişti. Onlardan her ikisi de bu evliliğe sıcak bakmayarak bu karara karşı çıkmışlardı. Bunun üzerine, bu ayeti kerime nazil oldu ve onlar da evlendiler.
37. Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye: “Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın!” diyordun. İçinde, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa Allah’tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd o kadından ilişiğini kesince onu sana nikâhladık ki, evlatlıkları eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde, müminler için o kadınlarla evlenmede bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.
Kur’an’da adı geçen tek sahabe Hz. Zeyd b. Harise’dir. Hz. Muhammed Peygamber olmadan yıllar önce eşi Hatice, kabile savaşlarında esir düşen çocuk yaşta Zeyd adında bir köleyi satın alarak ona hediye etmişti. Daha sonra Hz. Peygamber onu azat edip evlat edinmişti. Hz. Muhammed’e Peygamberlik verildiğinde, ona ilk inananlardan biri de Zeyd olmuştu. Müslümanlar Medine’ye hicret ettikten sonra Hz. Peygamber, Zeyd’i kendi öz halasının kızı Zeynep binti Cahş ile evlendirmek istemişti. Oysa Zeynep, Hz. Peygamberi onun haberi olmadan çocukluğundan beri seviyordu. Onun için bu evlenme teklifine sıcak bakmamıştı. Ancak Hz. Peygamberin ısrarına dayanamayarak bu teklifi kabul etmiş ve Zeynep’in Zeyd ile evliliği sağlanmıştı. Fakat Zeyd’le Zeynep bir türlü anlaşamamışlardı ve Hicretin 5. yılında boşandılar. Kısa bir süre sonra da Hz. Peygamber, geçmişteki mutsuzluğundan dolayı üzerinde hissettiği ahlakî sorumluluğu telafi etmek ve değişmesi gereken bir âdeti ortadan kaldırmak için Allah’ın izniyle Zeynep’i nikâhına aldı. O günkü geleneklere göre, bir kişinin evlatlığı aynen öz evladı gibi kabul edildiği için evlatlığın boşadığı kadınla evlenmek çirkin bir davranış olarak görülüyordu. Ama Allah bu yanlış geleneği kökünden kaldırmak istiyordu. İşte bu ayetle İslâm’dan önce yerleşen bu gelenek de yıkılmış oldu.
38. Nebi üzerinde, Allah’ın onun için takdir edip gerekli kıldığı şeyde bir vebal ve sakınca yoktur. Daha önce gelip geçen (nebi)ler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın emri, kesinleşmiş bir hükümdür.
39. Daha önce gelip geçen o resuller, Allah’ın vahiylerini tebliğ eden, Allah’tan sayıp çekinen, başka hiç kimseden çekinmeyen kimselerdir. Hesap görücü olarak Allah yeter.
40. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
Muhammed ismi bu ayetle beraber Kur’an’da dört yerde geçmektedir. (Ali İmran 3/144, Muhammed 47/2, Fetih 48/29) Ayrıca bu ayetle Hz. Peygamberin nebilerin en sonuncusu olduğu vurgulanmaktadır. “Hâtem” kelimesine ister “mühür” isterse “sonuncu” anlamı verilsin, her iki durumda da Hz. Peygamberin son nebi olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Muhammed evlatlığı Zeyd’in boşadığı Zeynep’le evlenince, münafıklar: “Muhammed oğlunun karısıyla evlendi” şeklinde dedikodu yaymaya başlamışlardı. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. Bu âyete göre ne Zeyd Hz. Muhammed’in oğludur ne de Zeynep Hz. Muhammed’in gelinidir. Böyle olunca da Zeyd’in boşadığı kadınla evlenmesi haram değildir. Ayrıca aynı Sûrenin 4. âyetinde “…Evlatlıklarınızı da sizin gerçek çocuklarınız saymamıştır…” buyrulmaktadır.
41-42. Ey inananlar Allah’ı sürekli hatırda tutun! Ve sabah akşam (devamlı) O’nu tesbih edin (şanını yüceltin, noksan sıfatlardan tenzih edin).
Eğer Allah sürekli hatırda tutulursa O’na karşı sorumluluk bilinciyle hayat devam edeceği için kötülük yapılmaz, şeytana fırsat verilmez, gizli ve sakıncalı işlere bulaşılmaz.
43. O, sizi melekleri eşliğinde üzerinize indirdiği (vahiyle) destekleyip dimdik ayakta tutar ki, bu sayede sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın. O, mü’minler için sınırsız bir rahmet kaynağıdır.
44. (Gerçek mü’minler) Allah’a kavuşacakları gün: “Selâm!” iltifatı ile karşılanırlar. O, onlara pek değerli ve cömertçe bir mükâfat hazırlamıştır.
45-46. Ey nebi! Unutma ki biz seni (hakikatin) bir şahidi, bir müjdeleyici, bir uyarıcı hem de Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve (gönülleri) aydınlatan bir kandil olarak gönderdik. Bkz. 2/119, 17/105, 25/56, 34/28, 35/24, 48/8
“Kandil olarak gönderdik” ifadesi mecazi olarak, Hz. Peygamberin Allah’tan aldığı öğütlerle insanlığı aydınlatacağı anlamındadır. Yani insanlığı aydınlatacak olan vahiydir, Hz. Peygamberin kendisi değil. Öyle olsaydı günümüz için kandilden söz edilemezdi. Ay ve Güneş örneğinde olduğu gibi. Ay verdiği ışığı güneşten almaktadır. “Ay Güneşi okuduğu zaman” (Şems 91/2) Güneş yoksa ayın ışığı da yoktur. Hz. Peygamber vahyin tebliğcisidir ve onun getirdiği ışık Kur’an’dır. Hz. Peygamber kendi zamanında Kur’an’la insanları aydınlatmış ve ondan sonraki zamanlarda aydınlatma işi yine Kur’an’la bu misyonu üstlenen gerçek mü’minler tarafından yapılacaktır.
47. Mü’minlere kendileri için Allah’tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele!
48. Kâfirlere ve münafıklara uyma! Onların eziyetlerine aldırma! Allah’a güven. Vekil olarak Allah yeter!
49. Ey inananlar! Mü’min kadınları nikâh-layıp da henüz dokunmadan onları boşarsanız, onları iddet müddetince beklemeniz gerekmez. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın.
50. Ey Nebi! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana harp esiri olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber (Mekke’den Medine’ye) hicret (ederek İslâm’a bağlılıklarını kanıtlamış) amca kızlarını, hala kızlarını, dayı ve teyze kızlarını, bir de (evlilik bedeli olan mehir hakkından feragat ederek) kendisini nebiye hibe eden ve nebinin de kendisini nikâhlamak istediği mü’min kadını da (sana helâl kıldık). (Bütün bu hükümler) diğer müminlere değil, sadece sana mahsus bir ayrıcalıktır. Biz eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında mü’minlere ne farz kıldığımızı biliyoruz. (Seni bu hususta istisna ettik) ki senin için hiçbir darlık olmasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
Olayların anlaşılması için cereyan ettikleri zamanı ve şartları kendine özgü koşullar içerisinde değerlendirmek gerekir. Ayette geçen ve sadece Hz. Peygambere has olan evlilik konusunu da kendi şartlarında ele almak gerekir. Nisa 4/3. ayetinde evlilik dörtle sınırlanmış ve aynı surenin 129. ayetinde “aralarında adaletin sağlanamayacağı” kaygısıyla bir hanımla evlilik önerilmiştir. Ayette geçen ve sadece Hz. Peygambere özgü olan hüküm, hukuki, içtimai, siyasi ve eğitim anlamında ve bizim de bilemediğimiz ve anlayamadığımız birçok sebep ve hikmetleri içermektedir. Ayrıca bütün öteki Müslümanlar, amca ya da dayılarının çocukları ile evlenmekte serbest oldukları halde Hz. Peygamber, bunlar arasından ancak kendisi ile birlikte Mekke’den Medine’ye hicret ederek İslam’a bağlılıklarını güçlü bir şekilde ispatlamış olanlarla evlenebiliyordu. Bu konuda da Hz. Peygambere sınır getirilmişti. Gerek Kur’an’ın indirildiği toplumda gerekse Yahudi ve Hıristiyan şeriatlarında, sınırsız kadınla aynı anda evlenme imkânının olduğu bir dönemde evliliğin dörtle sınırlandırılması ve Peygamberlik görevinin özellikleri nedeniyle Hz. Peygambere tanınan özel haklar ve ayrıcalıklar mutlaka ilahi bir hikmete dayanmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber kendisine tanınan bu özel haklardan yararlanmak yerine bir sonraki ayette de görüleceği gibi aktif ilişkide olduğu eş sayısını dönüşümlü olarak dörtle sınırlamış, diğerlerini mağdur olmasınlar diye himayesinde tutmaya devam etmiştir.
51. (Ey Muhammed!) Bunlardan (hanımlarından) dilediğini geri bırakırsın, dilediğini yanında tutarsın. (Ric’i talakla boşayıp) ayırdığını da tutmak istersen, bunda sana bir günah yoktur. Bu onların sevinmeleri, üzülmemeleri, yaptığın muameleden hepsinin hoşnut olmaları yönünden daha münasiptir. Allah kalplerinizde olan her şeyi bilir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir ve müsamahası bol olandır.
Yeniden nikâh akdine ve mehir tespitine gerek duymaksızın, kadının iddet müddetiyle sınırlı olarak, geri dönme imkânı veren talaka “Ric’i talak” denir. Talak-ı ric’i, açık boşamadır. Mesela seni boşadım denirse, talakı ric’i olur. Böyle bir boşamadan sonra istediği zaman, eski nikâhına dönebilir. Ric’i talakta, nikâh, iddet müddetinin sonuna kadar devam eder. Dolayısıyla kadın, iddet müddetinin sonuna kadar, kocasına haram değildir.
52. Bundan sonra, güzellikleri hoşuna gitse bile başka kadınlarla evlenmek, eşlerini boşayıp başka eşler almak sana helâl değildir. Ancak sahip olduğun cariyeler başka. Şüphesiz Allah, her şeyi görüp gözetleyendir. Bkz. 33/28-29
Bu ayet geldiği zaman Hz. Peygamberin dokuz eşi bulunmaktaydı. Gelen bu ayetle evlilik ve boşama kapısı Hz. Muhammed’e kapanmıştır. Şartlar ne olursa olsun, ister güzelliği ön planda olsun, isterse çok iyi bir konumda bulunsun, Hz. Muhammed’in yeni bir kadınla evliliği yasaklanmış ve elinin altındaki hanımlarından herhangi birini -mehirini verse ve kendisini razı etse bile- boşaması uygun görülmemiştir. Hanımlarını boşayamamasının sebebi: Eğer hanımlarından herhangi birini boşayacak olursa, boşanan hanım ortada kalacak ve kimseyle evlenemeyecekti. Çünkü peygamberin hanımları müminlerin anaları sayıldığı için (Ahzab, 33/6) bir sonraki ayette de ifade edildiği gibi onlarla Müslümanların evlenmesi helâl değildi.
Kadına cinsel bir obje olarak bakılmadığı müddetçe bu konuların anlaşılması kolay olacaktır. Ancak kadına sadece cinsel bir obje olarak bakar ve onu cinselliği ile değerlendirirsek işte o zaman kadınla ilgili verilen hükümleri anlamakta zorlanırız.
53. Ey inananlar! Yemek için çağrılmaksızın ve vaktine de bakmaksızın (vakitli vakitsiz) nebinin evlerine/odalarına (rasgele) girmeyin. (Erkenden gelip peygamberi rahatsız edecek şekilde beklemeyin yemeğin hazırlanmasını ya da toplantının başlamasını beklemeyin!) Çağrıldığınız zaman girin ve yemeği yiyince de hemen dağılın, söze dalıp eğleşmeyin. Çünkü bu (davranışınız) nebiyi rahatsız eder, fakat o size (bir şey) söylemekten çekinir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez. (Bir de peygamberin) hanımlarından bir şey isteyeceğiniz (kendilerine bir şey soracağınız) zaman perde arkasından isteyin (odalarına öyle gelişigüzel dalmayın). Böyle davranmanız hem sizin kalplerinizin hem de onların kalplerinin temiz kalması için en uygun davranış şeklidir. (Şunu iyi bilin ki) Allah’ın resulünü (herhangi bir şekilde) incitmeniz ve kendisinden sonra onun eşleriyle evlenmeniz de size asla helâl değildir. Böyle bir şey yapmanız Allah katında çok büyük bir günahtır.
54. (Yaptığınız herhangi) bir şeyi açığa vursanız da gizleseniz de (unutmayın ki Allah onun hesabını soracaktır). Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
55. Onların (peygamber eşlerinin) babalarına, oğullarına, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin veya kız kardeşlerinin oğullarına, kadın hizmetçilerine yahut ellerinin (altında) sahip oldukları (kadın köleleri)ne (serbestçe görünmelerinde) bir mahzur yoktur. (Ey Peygamber eşleri!) Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayın! Çünkü Allah, her şeye hakkıyla şahit olandır.
56. Şüphe yok ki, Allah ve melekleri, Peygambere destek veriyor. Ey inananlar! Onu siz de destekleyin ve tam bir teslimiyetle onun rehberliğine teslim olun!
Ayette geçen “yusallûne” fiili “desteklerler” anlamında kullanılmıştır. “Allah ve melekleri peygamberi desteklediği gibi ey mü’minler siz de onu destekleyin, onun davasına omuz verin, onunla beraber Allah’ın dinini tebliğ edin, gelen vahyin hayata geçirilmesi ve diğer insanlara ulaşması için gayret gösterin” demektir. “Peygamberi övün, şanını yüceltin, onu tazim edin, onun adını anın!” demek değildir. 43. ayette mü’minlere hitaben; “O (Allah), sizi melekleri eşliğinde üzerinize indirdiği (vahiyle) destekleyip dimdik ayakta tutuyor…” buyruluyor. Burada da aynı kelime (“yusallî”) destek anlamında kullanılmıştır. “Övgü, yüceltme, tazim ve anma” gibi anlamlar verilseydi bu ayet “O sizi melekleri eşliğinde övüyor, tazim ediyor, yüceltiyor ve sizi anıyor” demek olurdu ki bu Allah’ın şanına yakışmaz. Bu kelimeye “dua ediyorlar” anlamı da veremeyiz çünkü duanın doğrudan muhatabı olan Allah’ın resulüne dua etmesi de düşünülemez. Dolaysıyla “salat” terimi burada destek anlamında kullanılmıştır.
Bu âyetin doğrudan muhatapları olan günümüz Müslümanları maalesef Hz. Peygambere salavat okumayı alışkanlık haline getirerek onun davasına verilmesi gereken fiili desteği dua desteğine dönüştürmüştür. Oysa Allah vahiy göndererek peygambere verilmesi gereken desteği zaten vermiştir, Müslümanların Allah’tan aynı desteği istemesi anlamsız bir tekrardır. Salavat diye adlandırdığımız cümlede Allah’ın mü’minlere peygamberlerine destek verme emri varken, mü’minlerin bu işi Allah’a havale etmesi ciddi bir saygısızlıktır. Mü’minlere düşen Hz. Peygambere salavat okumak değil, onun davasına destek vermektir. Nitekim ayetin son cümlesinde “tam bir teslimiyetle onun rehberliğine teslim olun!” buyrularak mü’minlerden desteklemeleri gereken davada Hz. Peygamberin rehberliğine teslim olmaları emrediliyor.
57. Hiç şüphesiz Allah’ı ve Resulünü incitenlere, Allah dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.
Allah’ı incitmek tabiri, mecazidir. Bu ifade Allah hakkında ileri geri konuşan, Allah’ın hoşlanmayacağı işler yapan anlamında kullanılmıştır.
58. Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara hak etmedikleri (yapmadıkları) bir şeyden dolayı eziyet edenler ise, gerçekten bir iftira(da bulunmuş) ve açık bir günah yüklenmişlerdir.
59. Ey Nebi! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, (dışarı çıkacakları zaman) bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu, onların tanınıp incitilmemeleri için daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Bkz. 24/31, 33/33
Bu ayetin anlaşılmasında kilit kelime “Cilbab” dır. “Cilbab”, Arapçada gömlek, elbise gibi üste alınan ya da giyilen, vücut hatlarını örten giysileri ifade eden bir kelimedir. O günün toplumunda iffetli, edepli, vakarlı oluşu ifade eden bir dış kıyafet, bir çeşit üstlük demektir. Bunu özel bir kıyafet ya da üniforma olarak değerlendirmek doğru olmaz. Bu, başla beraber üste alınan bir örtü de olabilir, pardösü de olabilir, çarşaf da olabilir ve herhangi benzeri bir elbise de olabilir. Buradaki örtünme emri, zamanın ve sosyal çevrenin sürekli değişmesi karşısında uyulması gerekli ahlakî bir rehber anlamı taşıdığı için örtünmenin şekli, rengi, deseni de değişebilir. Önemli olan kadının incitilmemesini sağlayacak, ağırbaşlı ve saygın bir hanımefendi olduğunu zahiri anlamda ima edecek ve cinsel arzuları hedef almayacak ve cinselliği ön plana çıkarmayacak bir elbisenin giyinmesidir. Nitekim “Bu, onların tanınıp incitilmemeleri için daha uygundur.” ifadesi örtünmenin gerekçesini ortaya koyuyor. Yani o günün toplumunda kadınların iffetli olduklarının bilinmesi ve sarkıntılık yapılarak incitilmemesi örtünmelerini gerekli kılmıştır. Bu konuda Nur sûresi 24/31. âyetin açıklamasına bakabilirsiniz.
60-61. Andolsun ki, eğer münafıklar, kalplerinde (ahlaksızlıktan) bir hastalık olanlar ve şehirde dedikodu yapa(rak fesat çıkara)nlar, (bu tutumlarına) bir son vermeyecek olurlarsa, gerçekten seni onlara saldırtırız, sonra orada seninle pek az (bir süre) komşu kalabilirler. Onlar lanete uğramışlardır. Nerede ele geçirilirlerse yakalanırlar ve hemen öldürülürler. Bkz. 2/191, 9/5 ve dipnotu, 47/4
62. Allah’ın daha önceki (münafık)lar için geçerli olan uygulaması budur. Ve sen Allah’ın sünnetinde hiçbir değişiklik bulamazsın. Bkz. 48/23
Allah’ın varlık âleminde mevcut olan her şey için koyduğu ve evrendeki bütün olaylarla beraber insanın eğilimlerinin tabi olduğu tabiat kanununa Kur’an terminolojisinde “Sünnetullah” denmektedir.
63. İnsanlar sana kıyametin vaktini soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Allah katındadır.” Ne bilirsin, belki de kıyamet yakında gerçekleşir.
64-65. Allah kâfirlere lânet etmiş (rahmetinden mahrum bırakmış) ve onlara alevli bir ateş hazırlamıştır. Onlar, orada (cehennemde) ebedî olarak kalacaklar ve hiçbir dost, hiçbir yardımcı bulamayacaklardır.
66. Yüzleri ateşe çevrildiği gün: “Keşke Allah’a itaat etseydik, keşke resule itaat etseydik” diyecekler.
67-68. Yine şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden mahrum et!”
69. Ey inananlar! Siz de Musa’ya (iftira ederek) eziyet edenler gibi olmayın! Allah onu, onların dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah katında itibarlı bir kimse idi.
İsrailoğulları çırılçıplak olarak bir arada yıkanırlardı. Hz. Musa ise tenha bir yere çekilir, üzerine peştamal benzeri bir şey alarak yıkanırdı. Hz. Musa’nın bu durumunu görenler onun uzvi bir hastalığı bulunduğunu ve kusurlu olduğunu söyleyerek onu incitirlerdi. Bir gün Hz. Musa tek başına yıkanırken peştamalını rüzgâr savurunca avret yerlerini taşla örterek kavminin yanına geldi ve onu görenler, uzvi bir hastalığının olmadığını anlamış oldu. Bu ayetin nüzulü ile ilgili farklı yorumlar yapılmıştır. Bazıları Hz. Peygamberin Zeynep’le evlenmesinden dolayı yapılan dedikodular üzerine nazil olduğunu söylemiş, bazıları da İfk hadisesiyle Hz. Aişe ’ye atılan iftira olayından sonra nazil olduğunu ileri sürmüştür. Her iki durumda da Hz. Peygamberi üzen söylentiler, dedikodular vuku bulmuş ve Hz. Peygamber incitilmiştir.
70-71. Ey inananlar! Allah’ın emirlerine uygun yaşayın ve (her zaman) doğruyu konuşun, doğru söz söyleyin ki, Allah işlerinizi yoluna koysun (değerli kılsın) ve günahlarınızı affetsin. Ve (bilin ki) kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse büyük bir zafere erişmiş olur.
72. Gerçek şu ki, biz emaneti (akıl ve iradeyi), göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, sorumluluğundan korktular. Onu, pek zalim ve cahil olduğu halde insan yüklendi. Bkz. 59/21
Otoritelerin çoğu, “emanet”i, “muhakeme” yahut “akıl, bilinç ve irade” yani iyi ve kötü arasında seçim yapabilme yeteneği olarak değerlendirmiştir. Göklere, yere ve dağlara emanet teklifinin, ehemmiyetine ve ağırlığına binaen temsilden ibaret olduğunu da düşünebiliriz. Çünkü Kur’an’da, canlı veya cansız olsun, insan dışındaki varlıklara şuur izafe eden birçok âyet bulunmaktadır. Bu ayetle akıl ve irade sahibi olarak vahye muhatap olmanın ve onun gereklerini yerine getirmenin sorumluluğunu üstlenmenin ne denli önemli bir vecibe olduğu, farklı üstün yeteneklerle yeryüzünde Allah adına O’nun hükümlerini yayma ve egemen kılma mücadelesinin ne kadar ehemmiyetli olduğu anlatılmak istenmiştir.
73. Allah münafık erkeklerle münafık kadınlara, müşrik erkeklerle müşrik kadınlara azap edecek, mü’min erkeklerle mü’min kadınların da tevbelerini kabul edecektir. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.